Anasayfa Editörün Seçtikleri Ömrünü saatlere adayan bir usta: Feti Pamukoğlu

Ömrünü saatlere adayan bir usta: Feti Pamukoğlu

, admin

MELİSA GÖNEN – İzmir

Şehrin sembollerinden biri olan İzmir Saat Kulesi, 1936’dan bugüne üç kuşaktır saat ustalığı yapan ve Pamukoğlu ailesinin günümüzdeki temsilcisi olan Feti Pamukoğlu’nun işine gösterdiği sevgi sayesinde tıkır tıkır çalışıyor. Pamukoğlu, İzmir Saat Kulesi’nin yanı sıra, Balıkesir Koca Saat, Ayvalık Saatli Camii, Eşrefpaşa Saat Kulesi, Alsancak Garı Saat Kulesi, Muğla Saat Kulesi, Manisa’daki kadransız Ulu Camii Çan Saati ve Çanakkale Saat Kulesi’nin de bakımının sorumluluğunu üstleniyor. 

Saatlere ve mesleğine olan tutkusu hakkında konuşmak için Kemeraltı Çarşısı’ndaki Pamukoğlu Antik Saat isimli dükkana gittiğimizde Feti Usta’yı masasında çalışırken buluyoruz.  Duvarlarının küçüklü büyüklü saatlerle örtüldüğü dükkân, ziyaretçilerini fonda çalan bir klasik müzikle karşılıyor. Burnunuza gelen ahşap kokusu başınızı guguklu saatlerin yan yana asılı asıldığı duvara doğru çevirmenize neden oluyor. Dükkân küçük bir saat müzesini andırıyor, kendinizi aynı anda çalışan yüzlerce saatin tutturduğu ritme eşlik ederken buluyorsunuz. Saat tik takları arasında başlayan röportajımıza her yarım saatte bir çeşitli seslerle uyarılar veren saatler eşlik ediyor. Sohbetimize ara ara ahşap yaprak işlemelerle süslenmiş bir guguklu saatten çıkan guguk kuşu da dahil oluyor. 

Dükkânın kendine has bir enerjisi olduğu, burada zaman geçirdikçe anlaşılıyor. Bir süre sonra saat tik takları tarafından  kulağınıza hoş bir melodi fısıldanıyormuş gibi geliyor. Dükkândaki her bir saatin yeri bilinçli bir şekilde seçilmiş, yan yana dizilmiş saatler ustasının yaşam felsefesini yansıtıyor. Dükkânda her şey zaman felsefesine dair bir noktaya işaret ediyor, tavanda Leonardo Da Vinci’nin çizimlerinden, yıldız haritasına kadar birçok detaya rastlamak mümkün. 

Bu izlenimler ve düşüncelerle Feti Pamukoğlu’na aklımızdaki ilk soruyu yöneltiyorum.

Dükkânınızın tasarımı sizin hikâyenizi, yorumunuzu da taşıyor. “İnsan  çalıştığı ortamı kendine benzetmeye çalışır” diyebilir miyiz?

Ömrümüz  evimiz ve işyerimiz arasında geçiyor. Ben, insanın yaşadığı alanı kendisinin güzelleştirdiğine inanıyorum. İnsan bulunduğu alana kendi enerjisini katar. İnsan bir enerjidir bence. Bu dükkânın da kendine has bir enerjisi olduğunu kapıdan girerken hissedersiniz.  Bu, yaşayanın yaşadığı yere aktardığı enerjidir. Türkiye’de saatçi dükkânlarını gezdiğinizde bu dükkânın bir benzerini bulamazsınız. Bu, benim işime, müşterime saygımla ilgili bir şey. İnsanın aynası işidir. Bence saatçilik bir meslek, saat bir kültürdür.

Ünlü yazar ve aynı zamanda bir saat tamircisi olan Şule Gürbüz, saat tamirciliği ile ilgili bir keresinde şunları söylemişti: “Saat tamir etmek dünyadaki başka hiçbir işe benzemeyen bir iş. Çünkü bu işte çalışan bir usta, yaptığı çalışma sonrasında ustalığını belli edecek en ufak bir iz dahi bırakmadan çalışmak ve sanki hiç yokmuş gibi varlığına devam etmek zorundadır.” Siz ne düşünüyorsunuz?

Tamire başladığında aslına uygun yapılmayan her işlem o saate anlayan bir insan baktığında kolayca fark edilir, ben buradayım der. Saate bilmeyen bir el müdahil olduğunda, zanaatkâr yapılan işlemin neden olduğu hatayı görür. Restorasyon söz konusu olduğunda, yapılan işlemin aslına sadık kalınması gerekir. Ancak teknoloji ilerlemiş olsa da porselen konservasyonu gibi bazı işlemler iz bırakabilir. Bunlar bana göre saatin üzerindeki yaşanmışlığı gösterir.

“Etrafınızdaki insanların zaman algısının, zamanı yorumlama biçiminin değiştiğini düşünüyor musunuz?”, diye soruyorum.

Pamukoğlu, soruya yanıt verirken bir yandan da, dükkânın önünde annesiyle birlikte oynayan ve  beyaz elbisesiyle çok neşeli görünen bir bebeği işaret ediyor:

“Bu, insanın hayata bakışıyla ilişkili. Zamanı algılama biçimimiz ruh halimize, yaşımıza  göre de değişiyor. İnsan zamanın işleyişini en iyi bedeninde hisseder. Bedenimiz zamanın döngüsünü çok iyi anlatıyor” diye yanıt veriyor bu soruma. 

Hep bir yerlere yetişme telaşı içinde yaşadığımız modern toplumda, saatler en büyük düşmanımız gibi algılanıyor. Âdeta zamanla yarışıyoruz, alarm sesiyle uyanıyor, gün içinde yapacaklarımızı zamana göre planlıyoruz. Tüm gününü saatlerin arasında geçiren biri zamanını nasıl yönetir, diye düşünüyorum ve şu soruyla devam ediyorum sohbetimize:

Zamanla haşır neşir olurken saatler gündelik yaşamınızı nasıl yönetiyor, zaman yönetimi yaptığınız günlük bir planınız var mı?

Günlük planıma hiçbir zaman sadık kalamıyorum. Yirmi dört saat bana yetmiyor. Yaşım ilerledikçe kendime ayırdığım vaktin artması gerekirken, kendime ayırdığım vakit daha da azalıyor. Sağlıklı olduğum sürece kendimi çalışırken görmek istiyorum.

Sürekli saatlerin hareketini izlediğiniz bir ortamda çalışmak sizde kaygı uyandırıyor mu?

Saatin tik tak sesi birçok insanı rahatsız ediyor olabilir. Ben bunlarla doğmuş, bunlarla büyümüş, bunlarla da ölecek bir insanım. Bu yüzden beni hiç rahatsız etmiyor. Aksine o sesi duymadığım zaman kendimde eksiklik hissediyorum. Bu benim mesleğim ve işimi severek yapıyorum. Bana gelen her bir işi çözülmeyi bekleyen bir puzzle, ayrı bir macera olarak görüyorum.

Burada zaman geçirdikçe dükkân da benim için Feti Ustanın puzzle gibi gördüğü saatlerden farksız oluyor. Her bir saatin ayrı bir karakteri olduğunu ve hatta bir hikayesi olabileceğini düşünerek soruyorum:

Dükkânınızdaki her bir saatin kendine has bir tasarımı var. Sizce bu tasarımları yapan saatçiler,  kendi hikâyelerini anlatmak istemiş olabilir mi?

Saatin yapıldığı malzeme, üzerine işlenen hayvan figürleri, yaşanılan mekânda sürdürülen faaliyetler, bu saat tasarımları incelendiğinde yorumlanabilir. Bir saatin tasarımı, yapıldığı yerin iklimi, bitki örtüsü ve hatta orada yürütülen günlük faaliyetler hakkında fikir yürütmenize olanak sağlayabilir. Bu tasarımlarla kişinin coğrafyasını, kültürünü, hayallerini yansıtabilmesi de mümkün.

Kim bilir nereden geldi bu saatler, bir zamanlar hangi evlerin duvarlarını süslüyorlardı. Kaç ailenin neşesine, üzüntüsüne, telaşına tanık olmuşlardı. Belki de aile yadigârıyken bir yokluk gününde satıldılar ya da değersiz görülüp evden çıkarıldılar. Bir şekilde bu dükkânda yer buldular, peki geçmişlerini anlatan bir hikâyeleri var mıydı? 

Bir saati tamir ederken ya da satın alırken onun geçmişiyle de ilgileniyor musunuz? Saatin daha önce içinde bulunduğu mekânlara ve onu kullanmış kişilere dair merak duyuyor musunuz?

Her şeyin bir yaşanmışlığı var. Kimi zaman çok değerli, kıymetli bir parçanın onun değerini bilmeyenlerin elinde olduğunu görüyorum. Bir zamanlar evin vazgeçilmezi olan, geçmişin yadigârı şeyler ya atılıyor ya satılıyor. Bu insanların değer yargıları ve geçmişe verdikleri değerle alakalı. Bu yüzden müşterilerimin manevi olarak değer verdiği şeyleri tamir ederken maddiyatı ikinci planda tutuyorum.  Ben burada müşterimin guguklu bir saati tamir ettirip vefat eden kardeşini hatırlayıp onun saatle ilgili neler düşündüğünü anlatıp ağladığını bilirim. Bu benim için çok anlamlı. 

Saat tamirciliği… Belki de, “Kaldı mı böyle meslekler?” diye düşündüğünüz mesleklerden biriydi. Yolunuz İzmir’e düşerse bir de Feti Usta’dan dinleyin zamanın felsefesini, saatlerin hikâyesini. Çünkü zamanı saatin içinden çıkarıp karşınıza koyan birini dinleyince insan bu meslekte usta-çırak ilişkisi hep sürsün istiyor.

Bu mesleği öğrenmek isteyenlere bir tavsiyeniz var mı?

İnsanın önce belirli bir şeye, belirli bir ilgisinin olması lazım. O ilgi olduktan sonra bilgi arkasından geliyor. Örneğin ben bu mesleği babamdan öğrendim ama ahşap restorasyonunu, porselen konservasyonunu kendim öğrendim. Bu hep ilgiyle alakalı. İnsan hayat penceresini ve bakış açısını genişletmeli. Hedefe adım adım gidildiği ve bu yolun inişli çıkışlı olduğu unutulmamalı. İnsanın yaşayarak öğrenmesi kadar güzel bir şey yok. Zamanın insana kattığı en güzel değerin tecrübe olduğunu düşünüyorum.” 

Kentlerin hafızası olan saat kuleleri, hem zamana tanıklık ediyor hem de üzerinde zamanı taşıyor. 

Peki, kentlerin sembolü haline gelen saat kulelerine neden ihtiyaç duyuldu?

Saat kuleleri topluma iki şey kattı: Birincisi teknolojinin geliştiğini, zamanın farklılaştığını gösterdi. Saat kuleleri insanların zamanı yönetmeye ihtiyaç duyduğu kentleşme sürecinde yaygınlık kazandı.  İkincisi, herkes cep saati alacak güçte değildi, kol saati de yaygın değildi. Şehrin herkes tarafından görülebilecek bir yerine, özellikle kent meydanlarına saat kuleleri yapılmaya başlandı. Sonra bir kültür haline geldi ve o kültür hala devam ediyor.

Sohbetimizin sonuna yaklaştıkça her biriyle ayrı ayrı tanıştığım, hikâyelerini dinlediğim saatlerin geleceğini de merak ediyorum. Geçmişini dinleyerek heyecanlandığım bir guguklu saatin gelecekte güvenli bir alanda sergilenip sergilenemeyeceğini merak ederek soruyorum: 

Koleksiyonunuza kattığınız ve dükkânınızda sergilediğiniz bu saatleri ileride bir müzede sergilemeyi düşünüyor musunuz? 

Dükkânın girişindeki alanda bir masa var. O, bana meslek büyüklerimden miras kaldı. Benim mesleğe olan ilgimi bildikleri için bana o masa gibi birçok şey bıraktılar. Ben de koleksiyonumdaki saatleri yıllardır, aynı bilinçle koruyorum, onlara gözüm gibi bakıyorum.. Ben birkaç kez çok kıymetli parçaların da bulunduğu koleksiyonum için müze önerisiyle belediyeye başvurdum. Ancak güvendiğim, değer göreceğine emin olduğum zaman koleksiyonumun bir müze halinde dönüştürülmesi gerçekleşebilir. Zaten buraya günde birçok ziyaretçi geliyor, ilgilileriyle saatler hakkında konuşuyoruz. Bu mesleğe sahip çıkacağını düşündüğüm genç meslektaşlarıma da koleksiyonumdan manevi miras bırakmak gibi planlarım var.

Hiç yorulmadan ilerleyen akrep ve yelkovanlarıyla bu saatlerin ustamızın elinde güvende olduğundan ve bir gelecekleri olacağından emin olmanın rahatlığını hissediyorum. Sahip olduğu mesleği temsil eden saatleri manevi değerleriyle öne çıkardığı ve her birini hikâyesiyle tanıttığı için ustamıza teşekkür ederek dükkândan ayrılıyorum.  

Fotoğraflar: Melisa Gönen

0 yorum
0

Yorum Yapın