İSMAİL KILIÇ – Mersin
Çin Halk Cumhuriyeti’nin 2018 yılında atık ve hurda ithalatını durdurmasının ardından, Türkiye’nin atık ithalatı pazarındaki hacmi günbegün büyümeye başladı. Avrupa İstatistik Kurumu tarafından yayınlanan son verilere göre, Türkiye 14,7 milyon tonluk atık ithalatı hacmiyle Mısır ve Hindistan gibi ülkeleri geride bırakarak dünyada ilk sıraya yerleşti. Atıkların yaklaşık yarısı dönüşüme uğruyor. Çevre mühendisleri ve işçiler atık dönüşüm tesislerinde dahi denetimsizliğin olduğunu vurguluyorlar.
Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı Bakan Yardımcısı Prof. Dr. Mehmet Emin Birpınar’ın yayınladığı verilere göre ithal edilen atığın dağılımı şu şekilde:
Türkiye kendi çöpünü dahi geri dönüştüremiyor
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) tarafından açıklanan son Atık İstatistikleri raporuna göre Türkiye’de bir yıl içerisinde belediyeler tarafından 32,3 milyon ton atık toplandı. Ancak bu atığın yalnızca yüzde 13,2’si geri kazanım tesislerine gönderildi. Söz konusu miktarın yüzde 69,4’ü depolama tesislerinde tutulurken, yüzde 17’si ise belediye çöplüklerine bırakıldı. Geriye kalan yüzde 0,4’lük atık miktarı ise yakıldı, gömüldü ya da doğaya bırakıldı. Çevre Mühendisleri Odası’ndan edinilen verilere göre ise plastik atıkların dönüşüm oranı yalnızca yüzde 55 civarında.
Atık ithalatı Türkiye için vazgeçilmez değil!
Türkiye, bir petrol ülkesi olmadığı için plastik sektörü, hammadde ihtiyacının yalnızca yüzde 15’ini iç pazardan karşılayabiliyor ve ağırlıklı olarak plastik levha ithal etmek zorunda kalıyor. Yıllık 9 ila 10 milyon ton üretim kapasitesi bulunan plastik üretim sektörünün yüzde 40’ını ise plastik ambalaj sektörü oluşturuyor. Bu durumda sektör tarafından, atık ithalatının vazgeçilmez bir hammadde kaynağı olduğu iddia ediliyor.
Atık ithalatının Türkiye için vazgeçilmez bir hammadde kaynağı olduğu iddialarının kısmen doğru olduğunu belirten Yüksek Çevre Mühendisi Derya Yaylagülü, “Plastiği en fazla üreten ve tüketen ülkelerden biriyiz. Ancak ülkemizde atık yönetimi verimli bir şekilde gerçekleştirilemiyor. Atıklarımızı yeterli oranda ayrıştırmıyor ve dönüştürmüyoruz. Bu durumda hammadde ihtiyacını geri dönüşüm sektörü ile sağlayan ülkemiz, yoğun olarak atık ithal etmek zorunda kalıyor. Türkiye’de atık yönetimi verimli ve kontrollü bir sistem içerisinde ele alındığında Türkiye ithalata ihtiyaç duymayacak konuma gelebilir” diyor.
Bunun yanında ithal edilen atıkların limanlardaki kontrolünün ve denetiminin çok zayıf kaldığından da bahseden Yaylagülü, şöyle konuşuyor: “Sadece fiziki göz kontrolünden geçirilen ithal atıkların içinden tehlikeli ve kaynağı belli olmayan atıklar çıkabiliyor. Bu durum ülkemize ekonomik katkıdan ziyade, ekonomik bir kayıp getiriyor. Çevre ve insan sağlığı açısından da ciddi bir tehdit anlamına geliyor. Bundan dolayı bir an önce sorun haline dönüşen atık ithalatı sınırlandırılmalıdır.”
Denetimsiz atık ithali büyük riskler barındırıyor
Türkiye’de, otomasyon sistemlerinin nadiren kullanıldığı çoğunlukla elle ayrıştırma yapan atık tesisleri 2016’da 573 adet iken 2018’de 715’e çıktı. Büyük bir kısmı plastik sektörüne hizmet eden geri dönüşüm tesislerinin sayısı ise; 2016’da 791 iken 2018’de 1135 oldu.
Atık sektörünün Türkiye’de hurdacılığın önüne geçemediğini ve bu durumun düzeltilmesi adına bazı politikalar geliştirilmesi gerektiğini belirten Çevre Mühendisi Berk Fedai, “Sektörün, atılan bir malzemeyi değere dönüştürmesi, cari açığı azaltması, istihdamı arttırması gibi ülkemizin ihtiyacı olan amaçlara göre çalışabilmesi beklenir. Ancak bunun olabilmesi için enerji, sosyal güvenlik ve atık toplamak için yakıt teşviki gibi uygulamalarla, sektörün canlanması sağlanmalıdır” diyor.
Bunun yanında gümrük denetimlerinin yetersiz olduğuna da değinen Fedai, sözlerine şöyle devam ediyor: “Konteyner limana geldiği zaman Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü’nün denetimlerine tabi tutuluyor ama bu denetimler maalesef göz ucuyla bakmanın ilerisine geçemiyor. Bu durumda Türkiye’ye kimyasal, tıbbi veya nükleer atığın girmediğini kimse iddia edemez. Bu konuya Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın kesin bir açıklama getirmesi ve denetimleri sıkılaştırması gerekiyor. Lakin Türkiye’ye geldiği zaman fark edilen zararlı atıklar da oluyor. Bu durumda ise geri gönderme veya imha yolu tercih ediliyor.”
Çoğu atık tesisinde çevre mühendisi istihdamı dahi yok
Üretim kapasitesi yüksek olan ve kurumsal çalışan tesisler birden fazla ve tam zamanlı olarak çevre mühendisi istihdamına ihtiyaç duyuyor. Fakat çoğu tesis bir çevre mühendisi istihdamını yeterli buluyor ya da çevre danışmanlık firmalarından çok düşük fiyatlarla çevre danışmanlık hizmeti almayı tercih ediyor.
Atık tesislerindeki çevre mühendisi istihdamının yetersiz olduğunu veya hiç olmadığını söyleyen Yaylagülü, “Geri dönüşüm tesislerinde çevre mühendisi istihdamının yetersiz olmasının başlıca sebebi yasal düzenlemelerdir. Yasal düzenlemelerle çevre mühendisi istihdamı en azami düzeylere indirilebiliyor. Ya da danışmanlık şirketleri vasıtasıyla tamamen olmaması sağlanıyor. Danışmanlık şirketinde çalışan bir çevre mühendisiyse 8 ila 16 arasında değişen sayılarda tesisle ilgilenmek zorunda kalıyor. Bu durumda da hem mühendisi zorluyor hem de tesisin kalitesini düşürüyor” diye konuşuyor.
Bu düzenlemelerin çevre mühendislerini işsizlikle karşı karşıya da bıraktığını söyleyen Yaylagülü, “Bakanlık tarafından bir ücret tarifesi belirlenmediğinden dolayı arkadaşlarımız çok düşük ücretlerle çalışıyor veya daha kötüsü iş bulamıyor. Bu durumdaysa arkadaşlarımız farklı sektörlere yönelmek zorunda kalıyorlar” diye de ekliyor.
Hijyen yok, güvenli çalışma alanı yok, işçi sağlığı ve güvenliği hiç yok!
Geri dönüşüm tesislerinde çalışan işçilerin sağlık durumları da endişe yaratan ayrı bir konu. İşçi sağlığı ve güvenliği açısından güvensiz ortamlarda çalışan işçiler hijyenden yoksun durumda çalışıyorlar. Özellikle açık arazilere yerleşen tesislerde kış ve sonbahar aylarında işçiler ısınma açısından çok zor şartlarla baş başa bırakılıyor.
Yaklaşık beş yıldır geri dönüşüm tesislerinde çalışan Gökhan, kış mevsiminde karşılaştıkları sorunları şu şekilde anlatıyor: “Açık bir alanda çalışıyoruz, bunun yanında çalıştığımız alanda herhangi bir ısıtma sistemi de bulunmuyor. Bundan dolayı hem sonbahar hem de kış mevsiminde soğuk havalar bizleri çok zorluyor. Ancak mola saatlerinde içtiğimiz bir bardak çayla ısınmak durumunda kalıyoruz. Yazın ise bizleri sıcak ve nem bekliyor. İklimlendirmenin yapılabileceği kapalı alanlarda çalışmak bizim de hakkımız.”
İki çocuğunun üniversitede eğitimlerini sürdürdüğünü ve bundan dolayı çalışmak zorunda olduğunu söyleyen Fatma geri dönüşüm tesislerindeki çalışma koşullarını şöyle anlatıyor: “Çalışma alanım hakkında birçok sorun sayabilirim. Ancak benim için en büyük sorun hijyen. Normal bir şekilde geri dönüştürülmek üzere gelen çöplerin içinde çalıştığınızda çalışma ortamındaki hijyen sıfırın dahi altında oluyor. Maalesef kendimizi korumamız adına maske, eldiven gibi hijyen ürünleri de işletmeler tarafından çalışanlara sunulmuyor. Kendi imkânlarımla bu ürünleri edinip, bu ürünler ile çalışsam dahi sürekli hijyen yoksunluğuna bağlı hastalıklarla mücadele etmek zorunda kalıyorum.”
Altı yılı aşkın süredir çeşitli geri dönüşüm tesislerinde çalıştığını belirten Aydın ise sorunlarını şu şekilde ifade ediyor: “Sayacak birçok sorun var. Ancak ben en önemli sorun olarak güvencesiz çalışma şartlarını görüyorum. Altı yılı aşkın süredir çeşitli tesislerde çalışmama rağmen, hiçbir tesis tarafından sağlık sigortam yapılmadı. Bu tesislerde çalışan birçok kişi güvencesiz çalıştırılıyor. Buna yönelik denetimler ise yok.”