Anasayfa Çevre Dere ıslahı mı beton ısrarı mı?

Dere ıslahı mı beton ısrarı mı?

, admin

ELİFCAN YÜKSEL – İstanbul

Artvin Arhavi’de bulunan Ulukent ve Balıklı Köyü, bilinen adı ile Pilarget Havzası hidroelektrik santrali ve ormansızlaştırmanın ardından dere ıslahı adı altında beton kanalların tehdidinde. Doğu Karadeniz’de özellikle Trabzon’dan Artvin’e kadar olan bölümde yatakları değiştirilen sular, kanallar içine alındı ve HES’ler kuruldu. Tüm bu süreçler Karadeniz’deki mevcut flora ve fauna yapısını bozarak endemik türlerin yok edilmesiyle ilgili süreci de tetiklemiş oldu. İlk HES’ler Kamilet Vadisi’nin ekolojik ikizi Durguna Vadisi’nde yapıldı. Ardından dördüncü HES, Arhavililerin mutlak koruma alanı olsun diye bekledikleri, halkın gözbebeği Kamilet Vadisi’nde kuruldu. Yoğun itirazlar, düzenlenen paneller ve yargı süreçlerine rağmen davaların sonuçsuz kalmasıyla Kamilet Vadisi’ne HES yapıldı.

Değirmenleri bile çalıştıramayan derelere HES yapılmak isteniyor

Pilarget Köyü sakinleri bölgede yapılması planlanan hidroelektrik santraline karşı yürüttüğü hukuk mücadelesini iki kez kazandı. Rize İdare Mahkemesi, vadide yapılmak istenen HES için verilen “çevresel etki değerlendirmesi olumlu” kararını ikinci kez iptal etti. Pilarget Doğa ve Yaşam Derneği Genel Sekreteri Fazlı Zoraloğlu süreci şöyle özetledi:

 “Pilarget Havzası’nda HES kurulumu ile ilgili süreç için bölge halkı olarak bir araya gelindi. HES ile ilgili Pilarget Doğa ve Yaşam Derneği olarak dava açıldı. HES ile ilgili açtığımız dava Danıştay’a  gitti. Mahkeme ÇED raporunu iptal etti. 7 kişilik bilirkişi yerinde inceleme yaptı. Fakat önemle altını çizmemiz gereken bir husus var: HES yapacak firmalara gerek Bakanlık tarafından gerek ilgili çevreler tarafından müthiş bir esneklik ve yasanın arkasından dolanma yöntemleri sağlanıyor. İlgili davalı taraf bir dizi bilim insanını bölgeye götürerek bilirkişinin düzenlediği raporun tam aksi yönünde raporlar tutturarak Danıştay’a ulaştırıyor. Ve son raporda 500 bin ağacın kesileceği ifadesi yer alıyor. Batılı ülkelerde büyük nehirlerde yapılan HES çalışmalarında, ilgili HES firması dere yatağındaki suyun yüzde 10’unu kullanabiliyor. Ancak buna müsaade ediliyor. Ülkemizde ise HES çalışmaları vahşi bir şekilde gerçekleştiriliyor. Bilimselliğin olmadığı, orada yaşayan canlıların, endemik türlerin, flora faunanın önemi olmaksızın yapılan vahşi uygulamalarda dere yatağındaki suyun yüzde 90’ı kullanıyor, yüzde 10’u dereye bırakılıyor. Oysa sözünü ettiğimiz dereler bölgedeki taş değirmenleri bile çalıştırmıyor ve siz değirmeni bile çalıştıramayan dereye HES yapılmasını öngörüyorsunuz.”

“Dereye dökülen her beton Arhavi’nin tabutuna vurulmuş bir çividir”

Zoraloğlu, Arhavi’deki derelerin coğrafi yapısına dikkati çekti ve Doğu Karadeniz’de düz arazi olmaması sebebiyle dik akan derelerin içindeki büyük kaya oluşumlarının bir dalgakıran görevi üstlendiğinin altını çizdi. Bugüne kadar müdahale edilmemiş derelerde altmış yılda bir küçük taşımlar olduğunu ve bu taşımlarda herhangi bir can ve mal kaybı yaşanmadığını belirten Zoraloğlu, “Dere ıslahı adı altında, yüzyıllardır kendi halinde akışını gerçekleştiren dere yatakları beton içine gömülmek isteniyor. Bununla ilgili hiçbir bilimsel çalışma yok” dedi. Zoraloğlu, yapılması planan ıslah projesinin detaylarını şöyle aktardı:

“Beş kilometrelik Pilarget Havzası’nda, deredeki kaya ve taşları çıkararak bölgedeki bütün alanı sağlı sollu 3 metre yükseklik ve 80 santim eninde betonların içine almak, zemine de 50 santim ile 1 metre arasında beton dökmek suretiyle suyun akışını gerçekleştireceğiz diyorlar. Bunu da dere ıslahı olarak gündeme getiriyorlar. Bu ihale projesinde 14-15 kilometrelik bir alanın betonlaştırılmasından bahsediliyor. Zaten Arhavi merkezde bir sel baskını yaşandı. Bunun üzerine bir kaydırağın içine konulmuş engelsiz suyu ilçe merkezine doğru boşaltıyorsunuz. En ufak bir yağışta tüm su var gücüyle ilçe merkezini vuracaktır. Bu dereye betonlama için atılan her kürek, Arhavi tabutuna vurulmuş bir çividir.”

Dereler suçlu ilan edilip beton bloklarla hapsediliyor

Doç. Dr. Oğuz Kurdoğlu dere ıslahının yanlış tanımlandığına dikkat çekti. Kurdoğlu, “Derelerin insanlara zarar vermemesi için su yataklarına set koyulması işlemine dere ıslahı ismi verildi. Ancak beton içine alınmış, ekolojik ilişkileri, ekolojik döngüsü bozulmuş bir dere ekosistemini doğal haline döndürme işlemine ıslah denilebilir. Biz dereleri suçlu ilan edip beton duvarlar içine alarak ıslah işlemi yaptığımızı zannediyoruz” diye konuştu.

İnsanlar dereleri değil kendilerini ıslah etmelidir

Yapılan çalışmaları doğaya karşı işlenen bir suç olarak tanımlayan Oğuz Kurdoğlu, “Dere ıslahı adı altında suların hapsedilmesi, tabiat anaya yapılan bir sabotajdır. Bu çalışmalar afetle mücadele adı altında gerçekleştiriliyor. Oysa doğada afet yaygındır. Doğa kendini yeniden tanzim etmek için afetleri kullanır. Seller, taşkınlar, dereler için doğal bir ekolojik süreçtir. Döngünün bir parçasıdır. Bizler bu oluşumları beşeri toplum zarar gördüğü zaman afet olarak değerlendiriyoruz. Oysa insanlar sellerin bulunduğu dere yataklarında yaşam alanı kurdukları için zarar görüyor. Bunun adı doğal afet değil beşeri afettir. İnsanlar dereleri ıslah etmek yerine kendini ıslah etmelidir. Doğaya saygı etikleri geliştirmelidir. Doğaya nasıl uygun davranacağını düşünmelidir” dedi.

Ekolojik olmayan hiçbir yatırım uzun vadede ekonomik de değildir

Kurdoğlu, “Ekosistemde bir tarafı tahkim ettiğinizde bir başka tarafı zayıflatırsınız” diyerek dere yataklarının beton kanallara alınması işleminin suyun hızını artırdığı için daha fazla taşkına müsait hale getirdiğinin altını çizdi. Kurdoğlu, “Bir dere ekosisteminde sular HES’ler içinde beton kanallara alınmaktadır. Bunun sonucunda arada bypass edilen yerlerde suyun hiç akmadığı zamanlar olur ve böylece derelerin kenarla ilişkisi biter. Balıklar dahil herhangi bir sucul canlının yasama şansı ortadan kalkar. Bir dereyi kuruttuğunuzda akarsu ekosistemi olmaktan çıkarak mekanik olarak H2O’nun aktığı bir kanal haline gelir. Üstelik büyük paralarla yapılan bu beton bloklar yanlış planlandığı için büyük taşkınlarda görev görmüyor ve yıkılıyor. HES’lere güvenilerek taşkın yatağı etrafında yapılan binalar da zarar görüyor. Unutulmasın ki ekolojik olmayan hiçbir yatırım uzun vadede ekonomik de değildir. Bu yatırımlar uzun vadede çevresel bir yük olarak toplumun sırtına yüklenmektedir” dedi.

Doğaya Şiddet

Oğuz Kurdoğlu’na göre dere ıslahı denilen, derelerin beton kutulara alınması işleminin başka zararları da var. Derelerdeki suyu toprakla temas ettirmeden bir an önce denizlere göllere iletme işlemi akiferlerin dolmasını da engelliyor. Kurdoğlu bu işlemleri doğaya şiddet olarak tanımladı ve şöyle devam etti:

“Sular akıferler ile ilişkisi olmadan direkt denize ulaşıyor. Oysa ormanlardan, dağlardan süzülen suların, toprak bünyesinde depo edilmesi lazım. Siz âdeta bu sulardan yararlanmayı reddediyorsunuz. Balıkların yumurtalarını koyacakları kıyı alüvyal ormanlarını yok ediyorsunuz. Oysa alüvyal ormanlar çok değerli alanlar. Bu alanlar büyük sellerde fiziki bir engel de oluşturur. Aynı zamanda sucul ve yarı sucul bütün yaşam formlarının da üreme ve başkalaşım yerleridir. Suyu ekosistemden o kadar izole ediyorsunuz ki, bu beton bloklarla karasal ekosistemlere bağımlı olan ama su da içecek olan karaca, çakal, vaşak gibi hayvanların suya erişimini engelliyorsunuz. HES’lerin iletim kanalları yüzünden karacalar suya iniyor ve bir daha çıkamıyorlar. Devlet sadece insanların ve o yapıyı inşa eden müteahhitlerin devleti değil orada o sudan yararlanan insan toplumunun ve doğada yasayan tüm canlıların da devletidir. Dolayısıyla doğal varlıkları da korumak kollamak zorundadır. Çünkü ekosistemde hiç işe yaramaz diye düşündüğünüz canlıların da bir varlık sebebi ve öz değeri var.”

Pilarget Doğa ve Yaşam Derneği Onursal Başkanı Hazım Kurdoğlu da yapılan çalışmaların doğayı yok etme çalışması olduğunu ifade ederek şunların altını çizdi:

“Şurada derenin içinden çıkan taşlar şu kırıcıyla kırılıyor ve duvar yapılacağı söyleniyor. Burası mevcut derenin içerisi, tabana atılan genişlik iki buçuk metre bir beton var. Aşağı yukarı dört metreye düşüyor derenin yatağı. Burada bazı yollarda kayma vardı, doğrudur, ama bu tarz bir çalışma buraya uygun değil. Yapılan çalışmanın ardından burada ne doğa ne bir alabalık ne de bir böcek kalacak. Bu hizmet değil, vahşi bir çalışmadır. Doğayı yok etme çalışmasıdır. Biz lokal taş duvar dedik, bu lokal değil tamamen doğayı katletmektir.”

Fotoğraflar: Hazım Kurdoğlu

0 yorum
1

Yorum Yapın