Anasayfa Çalışma Hayatı Tersane işçileri “var ama yok gibi” yaşam mücadelesi veriyor

Tersane işçileri “var ama yok gibi” yaşam mücadelesi veriyor

, admin

BERNA KİŞİN / İstanbul

Yalova ve Tuzla tersanelerinde güvencesiz şartlarda ve karın tokluğuna çalışan binlerce işçi var. Her gün  kaza ve ölümle burun buruna hayatlarını kazanmaya çalışan işçilerle çalışma koşullarını konuştuk.

İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu’nun (İSG) yürürlüğe girdiği 2013’ten bugüne kadar 288 tersane ve gemi işçisi iş cinayetlerine kurban gitti. Sadece 2022 başından bu yana geçen 34 haftalık süre içindeyse 26 tersane ve gemi işçisi yaşamını yitirdi.

Tersanelerin en yoğun olduğu Tuzla ve Yalova’da, onlarca büyük tersane ve bu tersanelerde çalışan yaklaşık 40 bin işçi var. İşçiler düşük ücret karşılığında, taşeron sistemin getirdiği güvencesiz ve iş güvenliğine uygun olmayan çalışma ortamlarında, denetimsizliğin getirdiği iş kazaları ve çeşitli hastalıklarla karşı karşıya kalarak çalışmak zorundalar.

Uzun yıllar boyunca tersanelerde çalıştıklarını belirten bazı işçiler, evlerine ekmek götürebilmek ve çocuklarını okutabilmek için her gün ölümle burun buruna geldiklerini belirtti. 

“Mesaiye kalmasam aç kalacağız”

Abdurrahman Özdemir, 28 yıldır tersanede kaynak işçisi. Önce Tuzla tersanelerinde işe başlayan, son 2 yıldır Yalova’da çalışan Özdemir, günlük 200 TL yevmiye ile 3 çocuk okutmaya çalıştığını söyledi. Çoğu zaman mesaiye kalmak zorunda olduğunu belirten Özdemir, “Beş kişilik aileyiz. Üç tane çocuğum var, biri ilkokula ikisi liseye gidiyor. Şimdi bu çocukların harçlıkları, okul araç gereçlerine giden masraflar var. Ev geçindiriyorum aynı zamanda, elektrik, su, doğalgaz… Benim aldığım yevmiye ucu ucuna bunlara yetiyor. Çoğu zaman yetmiyor. Yeme içme peki? Mesaiye kalmasam aç kalacağız. Ben kendime 2 senedir bot alamıyorum. Nasıl alayım? Bir günlük yevmiyem ile bir paket peynir aynı fiyata gelmiş neredeyse” dedi. 

“Toplama kampından farkı yok”

Özdemir, tersanelerdeki en büyük sorunun güvencesiz çalışma koşulları olduğuna işaret ederek, “Tersanelerin önüne geldiğinizde tabelalar görürsünüz, ne yazıyor tabelalarda? ‘Şantiye sahasına girmek tehlikeli ve yasaktır’. Neresi şantiye sahası? Bizim çalıştığımız yerler. Biz o tehlikenin altında 12 saat çalışıyoruz. Gir içeriye, iş güvenliği sıfır. Bir tabela daha var, ‘Baret olmadan girmek yasaktır’ Hani baret? Sen bunları yazıyorsun da ne denetim ne başka bir şey var. Zaten bir baretle iş güvenliği sağlanmaz. Yüzlerce metre yükseklikte çalışıyoruz. Daha geçen bir iki ay öncesinde bir arkadaşımız çalıştığı tersanenin tepesinden düştü. Ne uğruna?  Binlerce insan karınca sürüsü gibi çalışıyor. Toplama kamplarını gösteriyorlar ya hani belgesellerde, filmlerde. Buraların toplama kampından farkı yok. Türkiye’de güvencesiz çalışma dediğimizde zaten birinci sırada tersaneler, ikinci sırada inşaat işçileri” diyerek yaptığı işin ve çalışma koşullarının tehlikelerine dikkati çekti.

Uzun çalışma saatleri, yetersiz molalar 

Altı yıl Yalova‘da son üç yıldır Tuzla tersanesinde çeşitli işlerde çalıştığını belirten Sidar Umut Kepenkçi de uzun çalışma saatleri boyunca yeterli dinlenme zamanlarının olmadığından şikayetçi. Yemek molalarında, uzun kuyruklar beklerken çoğu zaman yemek bile yiyemeden çalıştıklarını aktaran Kepenkçi, “İnsanın yemek sırası beklerken tansiyonu düşüyor. Yemek yediğimiz yer zaten çok büyük değil. Yüzlerce insan zamanla yarışarak yemek yiyoruz. Çoğu zaman sıra beklerken molamız bitiyor. Çay molaları da aynı şekilde zamanla yarışarak geçiyor”  diye konuştu.

“Varız ama yok gibiyiz”

İşten atılma korkusuyla yaşadıkları haksızlıklara karşı sessiz kalmak zorunda bırakıldıklarına da dikkat çeken Kepenkçi, bu endişelerini “Patronlar gözünüzün yaşına bakmaz. Hele ki uzun yıllardır tersanede çalışan, aile geçindiren, çocuk okutan ve burada yaptığınız işlerden başka vasfınız yoksa karşı çıkmak, hak aramak daha zor” diyerek özetledi. Kepenkçi, sadece kaza ve ölüm haberleri olduğunda kamuoyunda gündeme geldiklerini söyleyerek, sözlerini şöyle tamamladı: “Biz tersanelerde çalışan binlerce insanız. Her gün büyük makinelerle, küçük ve dar alanlarda, metrelerce yükseklerde, pis ve zehir kadar tehlikeli maddelerle, sayamayacağım kadar çok güvencesizlikler arasında ekmek paramızı kazanmaya çalışıyoruz. Her gün feribotlarla ya da servislerle yola çıkıp aynı saatte işimizin başına geçip, gece geç saatlere kadar koca şehirlerde soyutlanıyoruz. Varız ama yok gibiyiz. Ben son 8 senedir yaşamdan bihaberim. Yanı başımızda insanlar ‘kaza süsü’ verilerek ölürken bile makineler patronlar için çalışıyor. Bizler de sıramızı bekliyoruz, tıpkı yemek sırası bekler gibi.” 

“İsimler değişiyor, yaşananlar aynı”

Mümtaz Durmuş isimli bir başka işçi de, 27 yıldır tersanede montaj ve kaynak işi yaparak 5 kişilik ailesini geçindirmeye çalıştığını söyledi. Durmuş yaklaşık 25 yıl Tuzla tersanelerinde çalıştıktan sonra Yalova’da işini sürdürdüğünü belirterek, “Ben çok uzun yıllardır tersanede çalışıyorum. Ben bu işi yaptığımdan beri, kimler gelip geçti buralarda. Kaç arkadaşımızı toprağa verdik. Kaç kere canımız yandı. 27 yıldır değişen ne oldu diye sorsanız, hiç derim. Son 2 ayda 4 arkadaşımız daha evine ekmek götürmek için gece gündüz demeden çalıştığı bu cehennemde yaşamını yitirdi. Ben bir şeyler değişti desem, tablo ortada değil mi? İsimler değişiyor, yaşananlar aynı, mağdurlar aynı, sorumlular aynı. Güvenceli çalışmak, hak ettiğimiz parayı kazasız belasız kazanmak, hafta sonu rahat bir kafayla dinlenmek, geceleri ‘Kirayı faturayı ödesem, çocuklara ne giydirip ne yedireceğim?’ diye düşünmeden uyumak bizim hakkımız değil mi?” dedi. 

“İnsanca bir yaşam istiyoruz”

Durmuş, sigorta girişlerinin düzensiz olduğunu, primlerinin eksik ödendiğini belirterek o kadar risk altında çalışmalarına rağmen haklarını alamadıklarına şu sözlerle dikkat çekti: “İyi yevmiye almıyoruz, mecburen mesaiye kalıyoruz. Sigorta girişlerimiz zaten düzensiz. 27 yıldır çalışıyorum, primlerim eksik, çoğu yer sigorta girişi yapmış ödeme yapmamış. Hakkımızı savunmadığımız her gün bir başkası geldi sırtımıza bindi, alın terimizden ekmeğini kazandı, değirmenini döndürdü. Bunca sene kendime kattığım şeyler, bel fıtığı, stres, kulak ve göz hastalıkları, böbrek rahatsızlığı ve hiç uğruna ağarttığım saçlarım. Oturduğum bir ev var, başka da bir şeyim yok. Başka bir ülkede hamal olsaydım bu kadar senede daha iyi yerlere gelirdim belki. Bakın buradaki insanların yüzüne, genel tablo; yokluk, yoksulluk, sağlık ve güvenlik koşullarının sağlanmaması. Herkes aynı şeylerden bahsedecek. Bizim başka gündemimiz yok. İnsanca bir yaşam istiyoruz ama yıllardır sesimizi duyuramıyoruz. Yaşadığımız için şükreder duruma geldik.”

0 yorum
1

Yorum Yapın