Anasayfa Dünyadan Saklı Hikâyeler Mantı, bellek, ifade özgürlüğü: Mantı Postası’nın hikâyesi

Mantı, bellek, ifade özgürlüğü: Mantı Postası’nın hikâyesi

, admin

BERİL ÇANAKÇI – İstanbul

“Hem de 7’den 70’e, çoluk çocuk bir aradaydık. ’Mantı’ adı altında bir masanın etrafında toplanıp, şarkılar türküler eşliğinde hep birlikte yemek yemek bana iyi hissettirmişti açıkçası, umut vadetmişti.”

17. İstanbul Bienali’nde yer alan Mantı Postası’nın çıkış hikayesi, Hrant Dink Vakfı’nın yasaklara karşı tepkisini koymak için bulduğu yaratıcı bir yola dayanıyor.  Planladıkları bir konferansın önce Kayseri’de, daha sonra İstanbul’da iptal edilmesi üzerine vakıf,  “Mantı Festivali” düzenleyerek yöreyi konuşmanın farklı bir yolunu bulmuş. Festival’de yaşanan dayanışma ortamı ise, mutfağın ve onun birleştirici gücünün ne kadar önemli olduğunu bize bir kez daha hatırlatıyor.

Hrant Dink Vakfı, 2019 yılında “Kayseri ve Çevresi: Toplumsal, Kültürel ve Ekonomik Tarihi Konferansı”nın Kayseri’de Valilik kararı ile yasaklanmasının ardından, etkinliği vakfın İstanbul’daki binasında yapmaya karar verdi. Yurtdışından bilim insanlarının da katılım sağlayacağı konferans, etkinliğe bir gün kala, bu kez Şişli Kaymakamlığı tarafından iptal edildi. 12 yıldır faaliyetlerini herhangi bir engel olmadan sürdürmüş Hrant Dink Vakfı, karşılaştığı ilk yasağa yönelik tepkisini yaratıcı bir yol ile ifade etti. Yazılı bir açıklama yerine, yörenin ünlü yemeği olan “Kayseri mantısı” hakkında bir festival düzenlemeye karar verildi. 

Mantı Festivali’nde onlarca kişi birlikte hamur açtı, çocuklar mantı atölyesinde ilk kez kendi mantılarını yaptılar, şarkılar söylendi, söyleşiler yapıldı. Kolektif bir şekilde pişirilen mantılar, yasaklara karşı gelmenin ve dayanışmanın bir sembolü oldu. Vakıf, bu süreci “Konferansa çoğulculuğun hayaliyle yola çıktık, festivalle mantının çoğulculuğunda buluştuk ve iyileştik diyerek açıklıyor. 

Bu yıl 22 Ekim’de Hrant Dink Vakfı Anarad Hığutyun Binası’nda festivalin devam niteliğinde olan ikincisi yapıldı. İlhamını bu festivalden alan Mantı Postası ise, yayımlanmış üç sayısı ile 17. İstanbul Bienali kapsamında çeşitli mekânlarda okuyucu ile buluştu. 

“Türkiye’nin her rengi bir aradaydı, umut vadetmişti”

Silva Özyerli, “Mutfak ve yemek konusu sadece ‘gıda’ ile ilgili değildir; zamanı ve mekânı, insanı ve yaşamı, acı ve tatlı anıları biriktirir, içinde binbir duyguyu barındırır” diyerek başlıyor sözlerine Mantı Postası’ndaki yazısında. Mantı kelimesinin, ‘acı’ ve ‘ödül’ olmak üzere kendisine iki farklı tadı çağrıştırdığından bahseden Özyerli ile, İstanbul’daki yatılı okul yılları, ortak lezzetlerimiz ve mutfağın birleştirici gücü hakkında bir sohbete başlıyoruz:

“Festivalde Hristiyanı, Müslümanı, seküleri yani Türkiye’nin her rengi oradaydı diyebilirim. Hem de 7’den 70’e, çoluk çocuk bir aradaydık. ‘Mantı’ adı altında bir masanın etrafında toplanıp, şarkılar türküler eşliğinde hep birlikte yemek yemek bana iyi hissettirmişti açıkçası, umut vadetmişti.”

Festivalin ardından Özyerli, “Buğday başakları gibi yan yana, omuz omuza”  başlıklı bir yazı kaleme alıyor Mantı Postası için. Yazıda, İstanbul İncirdibi Ermeni Protestan İlkokulu’nda geçirdiği yıllardan, yatılı okulun mutfağında pişirilen mantılardan ve  Diyarbakır’da anne evinde pişirilen ‘egençig’lere uzanan iki şehirli, iki dilli hikâyesini anlatıyor bize.

 “Yatılı okuldayken, çok yorulduğumuzda ya da ailemizi özlediğimiz yüzümüze yansıdığında, bizlere bakmakla yükümlü olan Ankaralı morakuyr (teyze) İsguhi Hetumyan ‘Hadi size bugün mantı yapayım’ der, bizi bir masanın etrafına toplardı. Benim çocukluğumdaki imece usulü ile yapılan mantı ile, Mantı Festivali’nde gördüğüm masa, paylaşım, sevgi ve ortak bir lezzet etrafında buluşmak gibi değerler birbirinin aynıydı.” 

 İncirdibi Ermeni Protestan İlkokulu, 1970’ler. Fotoğraf : Hrant Dink Vakfı Arşivi

Mantının çağrıştırdıklarından bahseden Özyerli, o yıllarda bu yemeğin kendisine evde olma duygusunu ve özlemi aynı anda hissettirdiğini söylüyor: “Bizim kaldığımız evde 16 kız ve bize bakan yaşlı morakuyr vardı. Yemeklerimiz oradaki mutfakta pişmiyor,  merkezden geliyordu. Yatılı okulda bir  çocuğun şımarabileceği, ‘Bunu yemek istemiyorum, şu yemeği istiyorum’ diyebileceği bir durum olmuyordu tabiİ. Ama mantı, mutfağın olağan akışı dışında yapılıp, bizleri sevindiren, masayı ziyafete dönüştüren bir yemekti.  O yatılı okul ortamında bir çeşit ödül yemeği gibi geliyordu bize.”

“Mantıyı Türkçe istiyorum, annem anlamıyor”

Ana dilini ve kültürünü öğrenmesi için, ailesi tarafından Diyarbakır’dan İstanbul’a, yatılı Ermeni okuluna gönderilen Özyerli, tam 5 yıl ailesinden uzak kalmış. Ermeniceyi, dinini ve kültürünü yaşıtı çocuklarla öğrendiğini ifade ederken, ailesini görmeye Diyarbakır’a gittiğinde ise herkesin ona biraz mesafeli davrandığını şu sözlerle anlatıyor: 

“Diyarbakır’a ailemi görmeye gittiğimde kardeşlerim büyümüştü ve sanki gökten bir kardeş inmiş gibi mesafeli davranıyorlardı bana. Ben de o an ‘Mantı istiyorum, deniz istiyorum’ diye tutturmuştum. İstanbul’da geçirdiğim 5 yıl boyunca mantı benim ödülüm, deniz de yazın özgürlüğümdü. Tabiİ o zaman mantının da, denizin de Diyarbakır’da olmadığını bilmiyordum. Annemin yaptığı mantının adı Ermenice, ama ben mantıyı Türkçe isteyince annem anlamıyor, beni de susturamıyor. Sadece ‘Kızım burada deniz yok’ diyebiliyor. O esnada sesimizi duyan komşumuz geldi, ben de ona ağlayarak hamur, et ve yoğurtla yapılan bir yemek istediğimi anlatmaya çalıştım. Böylelikle benim ‘egençig’ (kulakçık) yemeğini istediğimi anladılar.” 

Hamurun aldığı şeklin kulak görüntüsünü andırması nedeniyle ona egençig yemeği denmiş. Mantı ile aynı malzemelerden, aynı şekilde yapılan bu yemeğe dair yaşadığı anı, Özyerli için katman katman duyguları içeren bir matruşka gibi. Bugünden baktığında, yemeğin adının çok da önemli olmadığını ifade ederken,  asıl olanın sofra ve onun birleştirici gücü olduğunu vurguluyor.

Bu vesile ile kendisine yazarı olduğu “Amida’nın Sofrası: Yemekli Diyarbakır Tarihi” kitabını soruyorum. 

“Bir Ermeni kadını olarak, kendi aile mutfağımın penceresinden yazdım kitabı. Belki geçmiş trajedileri, sürgünleri, tehcir hikâyelerini yazsaydım tu kaka edilebilir, çok sempatik gelmeyebilirdi. Öte yandan yemek ve mutfak o kadar sihirli bir şey ki, hem hafızayı ve geçmişi canlandırıyor hem de büyük bir masanın etrafında bir arada olmayı hatırlatıyor. Bunun dışında, mutfak, tat, sofranın birleştirici gücü her zaman motivasyonum oluyor. Şahsen bir yemeğin Türkçe, Kürtçe, Zazaca veya Ermenice ismi hiç fark etmiyor, hepsi bu kadim toprakların dilleri.”

Silva Özyerli mantı hamuru açarken, Kayseri Mantı Festivali, 2019. Fotoğraf : @sozyerli

“Herkes kendinden bir parça bulabilir mutfakta”

Anadolu coğrafyası bu anlamda çok zengin bir kültüre ev sahipliği yapıyor. Bayram, sünnet, yas, taziye… Hepsi bir şekilde bizi bir sofranın etrafında, ortak bir lezzet çevresinde buluşturan şeyler. Farklı şekillerde dillendirilse de, bir sofranın etrafında olduğu gibi, birbirimize bir o kadar yakınız.

“Hepimizin bir koku hafızası var; bir yemeğin adı, tadı ve kokusu sizi alır bir döneme götürür. Herkes kendinden bir parça bulabilir mutfakta ve masada. Böyle bir bağlayıcılığı var. İnkâr edilemeyecek bir şey koku ve yemek.”

Son olarak Özyerli’ye mutfaklarımızın isimsiz kahramanlarını, kadınları soruyorum. Hiç şüphesiz, onların bu birleştirici güçteki etkisi yadsınamaz:

“Zaten Mantı Festivali fikri de bir kadından, Hrant Dink’in kızı Delal’den çıkmıştı. Bence kadınlar barışa, direnmenin yaratıcı şekillerine çok daha yatkınlar. Lezzet üzerinden birçok insanın yüreğine ve hafızasına dokunabiliyorlar.”

0 yorum
0

Yorum Yapın