Anasayfa Analiz Analiz: Dijital Platformlar Nereye?

Analiz: Dijital Platformlar Nereye?

, admin

FUNDA ŞENOL [1]

“Uluslararası dijital platformların bir kısmı Türkiye’den çekilirken, koşullarını zorlayarak kalan Netflix gibi firmalar, televizyon kanalları ile yerli dijital platformlar artık ‘zararsız’ içerikler talep ediyorlar üreticilerden”

Glokalleşme, Türkçeleştirilmiş haliyle küreyerelleşme kavramı literatüre gireli epey oluyor. Masumane yaklaşımla, küresele yerel motifleri katarak batı dışı kültürlere itibar kazandırmak, onların otantizmiyle zenginleşmek, daha gerçekçi baktığınızda ise güçlü küresel markaların daha fazla kazanıp rekabette daha avantajlı olabilmek için yerel malzemeyi soğurmaları ve yerel piyasalara da girerek kâr marjlarını arttırmaları olarak tanımlanabilir.

İnternetin yaygınlaşıp ucuzlamasının da etkisiyle küresel düzeyde daha geniş bir izleyici kitlesine hitap etmeye başlayan dijital platformlar çoktandır Türkiye’de de cirit atıyorlardı. Cirit atıyorlardı diyorum, çünkü AKP iktidarının son yıllarında giderek muhafazakârlaşan veya sansür baskısı altındaki kültürel üretimler karşısında içerikleriyle ferah bir nefes aldırdıkları için yoğun bir ilgi görüyor ve abone sayılarını sürekli arttırıyorlardı. Alışılageldik ama giderek sıkıcı ve abartılı hale gelen TRT “mazbutluğunun” diğer televizyon kanallarına da sirayet ettiği bu dönemde politik, cinsel, kültürel tabuları yıkmasa da sallayan içeriklerdi bu platformlardakiler. Dünyayla aynı anda izlenebiliyorlardı. Tabii sadece içerik olarak değil, çekim teknikleri bakımından da kaliteli işlerdi bunlar.

“Ağır Misafirler” Geliyor…

Önce Netflix geldi. Onu Amazon Prime ve Disney+ takip etti. Başta bahsettiğim glokalleşmenin neticesi olarak, küresel dijital platformlar önce kendi orijinal içeriklerini yayınlamakla yetinirlerken zaman içinde yerel içerik üreticilerine finansal destek vermeye başladılar. Bunlardan ilki Netflix’te yayınlanan 2018 yapımı Hakan Muhafız’dı. Atiye ve benzeri üretimler bunu izledi. Büyük bütçeli bu yapımların içerikleri titiz izleyici tarafından ağır eleştiriler alsa da, yapımcıları cesaretlendirip heyecanlandırdı. Zaman içinde küresel dijital platformların maddi desteğiyle çok sayıda nitelikli yerli yapım da ortaya çıkarıldı. Oyuncular Sendikası’nın etkileyici çabası ve sektördeki bu canlanmanın etkisiyle sektörün çalışma koşulları bir ölçüde iyileştirildi ve bu alanda çalışmak isteyen insan sayısı arttı. Haliyle, sektöre eleman yetiştiren akademik birimler ve diğer eğitim programlarının sayısı da arttı. Nitelikli iş gücüne talep artınca, dil bilen, teknik ve entelektüel açıdan donanımlı bir neslin yetiştirilmesi işi de eskisine göre daha fazla ciddiye alındı. Maalesef şu da vardı: yetenekli ama imkânları kısıtlı veya emeklilik yaşı gelmiş sektör çalışanlarının yerini yavaş yavaş mektepliler, hatta dünyadaki iyi okullarda eğitim görmüş olanlar almaya başladı.

Çalışma koşulları profesyonelleştikçe yıllardır kanayan bir yara olan sektör çalışanlarının özlük hakları da iyileşiyordu. Yıllar önce “yerli dizi yersiz uzun” sloganıyla, her bölümü film uzunluğundaki dizileri protesto eden oyuncular ve yapım ekibi bir parça rahatlamıştı. Dijital platformlarda dizilerin bölümleri 35-50 dakikalık makul sürelere inmişti. Bu hem senaristin, hem de oyuncu ile yapım ekibinin işini kolaylaştırıyordu. Senaryoların da çekimler başlamadan yazılıp bitirilmiş olması, provaları, oyuncu seçimlerini ve çekim sürecini daha nitelikli hale getiriyordu. Dikkatinizi çekmiş olduğunu tahmin ediyorum, uzun bakışma sahnelerinin sayısı azalmaya başlamıştı. Ödemeler bölüm başına değil, saat başına olmuştu. Böylece çalışanların kazancı artıyor, emek sömürüsü azalıyordu. Sendika da hak ihlalleri konusunda duyarlı davranıyor, setleri takip ediyordu.

Canavar kafasını kaldırıyor

Tabii her şey bu kadar güllük gülistanlık değildi. Menajerlerin yönlendirmesiyle başta oyuncular olmak üzere yapımcılar, senaristler ve yapım ekipleri dijital platformlara yönelmeye ve onlarla uzun sürecek avantajlı sözleşmeler yapmaya başlayınca bu platformların tekel niteliği ve yarattıkları haksız rekabet fark edilmeye başladı. 5 yıl önce yerli Mars Sinema Grubu’nu bir Güney Kore şirketi satın alınca yabancı sermayenin sektörü ele geçireceğine dair ortaya çıkan endişe, Netflix’ten sonra Disney’in yarattığı fırtınayla giderek yükselmeye başladı. Artık yetenekli fakat isimsiz oyuncular, yönetmenler ve set elemanlarının, sanat sineması ve nitelikli dizi üretmenin peşinde olan ekiplerin bu devasa sisteme dâhil olabilmeleri neredeyse imkânsızdı. Başta özgürleştirici ve zenginleştirici bir seçenek olarak görülen dijital platformların içinden birer canavar çıkmıştı. Büyük uluslararası firmaların dayattıkları senaryo yazım ve çekim teknikleri (mesela Netflix’in “senaryo odası” uygulaması), yine onların dayattıkları cast’lar, yönetmenler ile çalışmak zorunlu hale geliyordu. Ekibin içinde öne çıkan isimler daha fazla para alıyor, yüksek ücretlerle transfer oluyorlarken, emekçi denebilecek ve işin asıl yükünü çeken isimsiz elemanlar eskisinden daha fazla sömürülüyorlardı.

Böylesi bir çarkın içine öğütülmeden dâhil olabilmek için en ünlü oyuncusundan senaryo ekibinin en tecrübesiz elemanına kadar herkesin bir menajerle çalışması şart olmuştu. Böylelikle menajerler giderek sektörün en zenginleri olmaya başladılar. Temsil ettikleri, tabiri caizse “sahibi oldukları” kişiyi sektörün dişlileri arasında ezilmekten korumak adı altında bizzat sömürüyorlardı. Özel hayatlarını, rol seçimlerini belirliyor, reklam filmleri, katalog çekimleri, firma yüzü olmak dâhil kazançlarından en az yüzde yirmi pay alıyorlardı. Yakınlarda Star TV’de yayınlanmış olan “Menajerimi Ara” dizisinin bu bakımdan oldukça gerçekçi olduğu söylenebilir.

Menajerler her ne kadar hayatlarını ve kariyerlerini domine etseler de oyuncular, piyasada kendileri için bin kaplan gücünde mücadele veren bu kişilerden vaz geçemiyorlardı. Gerek ücretlerini alabilmek, gerek “kaliteli ve “parıltılı işler”de rol kapabilmek, gerekse başka sektörlerden para kazanabilmek için menajerlerin fazla mesaisine ihtiyaç duyuyorlardı. Menajerler de yeri geldiğinde çek-senet mafyası, yeri geldiğinde de iyilik meleği kesilerek her yerde boy gösteriyorlardı. Galalarda, tanıtım toplantılarında, hayır işlerinde, özel yemeklerde, basın buluşmalarında, hayran toplantılarında yıldızların omuz başında veya tek başlarına karar mekanizmasının başındaki kişilerin karşısında. Artık oyuncu seçimi oyuncuların sosyal medyadaki personalarının yarattığı rüzgâra bağlı olduğu için, onlar adına sosyal medya hesaplarını yönetmek de bu mesaiye dâhildi.  

İzleyici bu platformlara hücum edince kendisine biraz güvenen ve hazırlıklarını hızla tamamlayan şirketler BluTV, Puhu, Gain ve Exxen gibi yerli dijital platformlar, uluslararası rakipleriyle rekabete kıyısından yaklaştılar. Rekabet yerli yapımcılara ve ekiplere iyi gelmiş olacak ki, eli yüzü düzgün, eleştirel mahiyette içerikler –diziler, belgeseller, filmler vb. – üretilmeye başlandı. Fakat dev sermayeli uluslararası dijital platformlarla layıkıyla rekabet etmek, ekonomik krizin yakasını bırakmadığı bir ülkede mümkün değildi. Bunun yanında hükümetin içeriklere yönelik eleştirisi, baskı ve ceza mekanizması da işleri zora sokuyordu. 2020 yılında Recep Tayyip Erdoğan’ın, damadı Berat Albayrak’ın 4. Çocuğunun doğumunu müjdeleyen sosyal medya paylaşımına yönelik yorumlardan yola çıkarak Twitter, YouTube ve Netflix’i ahlaki çöküntü içinde olmakla eleştirmesi tetikleyici oldu. Sansür ve RTÜK’ün cezai mekanizması dijital platformlara da uzandı. Dijital plaftormların yıllık gelirlerinin binde 5’ini RTÜK’e, Türkiye’deki yıllık cirolarının yüzde 7.5’ini Maliye Bakanlığı’na vermeleri onları bir ölçüde korusa da, içeriklere yönelik eleştirilerin artması huzursuzluğu arttırdı.

Sona Yaklaşırken…

Çoktandır büyük dijital platformların Türkiye’den çekilecekleri konuşuluyordu. 2022 yazında Türkiye piyasasına girmesi beklenen HBO Max’ın bu girişimden vazgeçmesi korkulanın başa geleceğinin habercisi oldu. HBO önce Türkiye’deki çalışmalarını, sonra da yerel projelerini sonlandırdı. Gerekçesi ekonomik sorunlardı. Benzer biçimde Warner Bros. ve Discovery’nin birleşmesinden oluşan Warner Bros. Discovery şirketi, Avrupa’daki program stratejisini değiştirdi. Türkiye dâhil Avrupa ve Kuzey ülkelerinde orijinal proje üretmemeye karar verdi. Son darbeyi ise Disney vurdu. Atatürk’ü konu edinen dizi projesinin yayınına Ermeni lobisinin engel olduğu söylentisi, protestolarla ve abonelik iptalleriyle karşılık buldu yerli izleyicide. Fakat sektör çalışanları Disney’in bu diziden önce de Türkiye’den çekilmeye hazırlandığını biliyor ve endişeyle bekliyorlardı. Bekledikleri son genel seçimin sonucuydu. AKP’nin tekrar kazanması halinde kültür endüstrisinin eskisinden daha büyük bir baskı ve sansür mekanizmasıyla karşı karşıya kalacağının farkındaydılar. Endişeyle beklenen gerçekleşiyor. Uluslararası dijital platformların bir kısmı Türkiye’den çekilirken, koşullarını zorlayarak kalan Netflix gibi firmalar, televizyon kanalları ile yerli dijital platformlar artık “zararsız” içerikler talep ediyorlar üreticilerden. Aşk, aile, fazilet, kahramanlık, fedakârlık ve komedi içerikli yapımlar isteniyor. Statükoyu koruyan, duygusallık, neşe ve milli gurur empoze eden işler bekleniyor. Demokles’in kılıcı gibi yapımcıların ve sektör çalışanlarının başının üstünde sallanan Netflix’in de Türkiye’den çekileceği tehdidi, platformun abone kaybının artması ve bazı siparişleri iptal etmesiyle gerçeğe dönüyor gibi. Tüm bir sektör koyu bir karamsarlık içinde.

Her alanda hâkimiyet kurduğuna ancak kültürel alanda iktidar olamadığına inanan AKP Hükümeti, bu manzara karşısında dijital platformlara da yerli ve milli bir alternatif düşünecekti elbet: TRT’nin dijital platformu Tabii, büyük bütçeler ve gösterişli reklam kampanyalarıyla 2023 yılında yayına başladı. Başlangıçta yerli izleyiciye ücretsiz olarak sunuldu. Hamasi içerikli dönem dizileri, kahramanlık ve feda hikâyeleri, aile dizileri, soft komediler Tabii’nin hâkim içeriğini oluşturuyor. Bekleyip göreceğiz: zamanla kötü içerik iyi içeriği silip atacak mı, yoksa benzer işler izlemekten bunalan izleyici eski sistemi geri mi çağıracak?

[1] İletişim Akademisyeni

0 yorum
0

Yorum Yapın