İSMAİL SARP AYKURT – Mersin
Gazetecilik deneyimleri açısından da müstesna bir kültürel birikime sahip olan Çukurova’da yerel basın, bu tespitin ötesinde ve tam tersine bir krizle anılıyor artık… Bu kriz dinamikleri arasında, yeni mezun ve özellikle de kadın gazeteciler için “işsizlik, tatminsizlik ve geleceksizlik korkusu” en gerçek örnekler olarak öne çıkıyor.
Yerel basın, tüm dinamikleriyle birlikte birçok sorunla boğuşuyor ve yaşam mücadelesi veriyor. Dönemler değişşe de belirli şartlar ve kısıtlar içerisinde yayıncılık faaliyeti yürütmeye çalışan kuruluşları anlatan yerel basın kavramı, artık gazeteciler tarafından kimi sorunlarla birlikte anlatılır durumda.
Son dönemde yerel gazeteciliğin yaygın sorunları, ulusal medya ile de oldukça benzer özellikler taşıyor. Öte yandan bu sorunların henüz üstesinden gelinmediği ve hatta yeni sorunların da biriktiği iddia edilebiliyor. Çukurova basını da bu genelleşen ve kronik hal alan sorunlardan uzak değil. Hem yerel basını temsil eden ve yaşamaya çalışan kurumlar hem de yerel basınla ilişki kurmaya çalışan yeni mezun “okullu” gazeteciler birçok sorunun merkezindeler.
Adana, Mersin ve Tarsus’tan, Gaziantep ve Hatay’a kadar uzanan, özellikle de deprem sonrasında daha da zor bir meslek haline gelen Çukurova’da yerel gazetecilik deneyimi, en çok da yerel basında kariyer hayalleri kuran yeni mezunları etkilemiş durumda.
Öte yandan gazetecilik eğitimi almış kimi gazeteci adayının yerel gazeteleri tercih etmek istememesi ya da yerel gazetelerin daha çok alaylı-okullu ayrımını “alaylı” lehine değerlendirmesi, iletişim fakülteleri ile yerel medya arasındaki mesafeyi de açıyor. Mezun olur olmaz, yerel gazetelere giden birçok gazeteci birbirine benzer başlıklarda hayal kırıklıkları yaşıyor, ‘işsizlik’ baskısı yaşayan birçok genç gazeteci de başka iş kollarına yönelmek zorunda kalıyor.
Özellikle yerel medyada, yeni mezun kadın gazeteci olarak iş aramaksa belki de en zor durumlardan biri olarak öne çıkıyor.
“EN BÜYÜK KAYGIM İŞSİZ KALMAK”
Bu isimlerden birisi, genç kadın gazetecilerden Olcay Aytürk, Adana’da ikamet ediyor ve Çukurova Üniversitesi’nden mezun bir gazeteci olarak mesleğini yapmaya çalışıyor. Aytürk, yerel basın ile olan ilişkisini anlatırken kaygılarından ve deneyimlerinden şöyle bahsediyor:
“Gazetecilik mesleğini seven, bu mesleği yaparken hala heyecan duyabilen ve inancını zaman zaman yitirse de basın sektörünün içerisinde bulunduğu çıkmazlara, sorunlara birlik ve dayanışma içerisinde olarak çözüm bulanabileceğini düşünen biri olarak tanımlayabilirim kendimi. Genç bir gazeteci olarak, en büyük kaygılarımızın başında işsiz kalmak olduğunu söyleyebilirim. Çalışmak, üretimin içerisinde yer almak isterken bir çok engelle karşı karşıya kalabiliyoruz. Siyasi otoriterlerin baskısı bir yana deneyimsiz olduğumuz (size işi öğretip bir de maaş veremeyiz) gerekçesiyle iş yaşamına dahil olamıyoruz. Hukuksuz yargılamalar, işsiz kalma kaygısı, gazetecilere yapılan saldırılar, meslekten uzaklaşmaya itiyor bir çok genç gazeteciyi…”
“ÇUKUROVA MEDYASI AĞIR BİR HASTALIKLA MÜCADELE EDİYOR”
Yerelde karşılaştığı sorunlar üzerine de sürekli düşündüğünü ve bir çıkış yolu aradığını vurgulayan Aytürk, “Yerel medya, sermaye gücüne sahip olanların baskısı altında savaş veriyor. ‘Parayı veren düdüğü çalar’ hesabı kısaca… Piyasa gücüne hakim olanlar yerel gazeteleri satın alıyor ya da dilediği şekilde kendi çıkarlarına göre gazeteyi kullanabiliyor. Çukurova’ da yerel medya ağır bir hastalıkla mücadele ediyor. Buradaki medya, yereli tanıtan, yerelde olan biteni halka arz etmek kaygısından koparak, ilişkili olduğu partinin mensuplarını öven bir mekanizmaya dönüşmüş durumda. İlan alamama, yerel gazetelere getirilen şartların ağırlığı altında bir çok gazete kapandı, kalanlar da kapanmamak için yaşam mücadelesi veriyor. Gözlemlerime göre, Çukurova’da basın genel olarak ölü bir vaziyette iken yerel medyanın içi daha da boşaltılmaya çalışılıyor”.
Bu koşullardan dolayı dikkate değer bir deneyim kazanamadığını da sözlerine ekleyen Aytürk şunları aktarıyor:
“Deneyimim maalesef olamadı. Bir yerel gazete ile görüşmeye gittiğimde karşılaştığım manzara hep hayal kırıklığı oldu. Bir gazetenin sermaye sahibinin bana söylediği sözü aktarayım size. Bana, “Senden tek beklediğimiz, arkadaşlarımız olan X partisine bağlı milletvekillerine övgü haberleri yazman, gerektiğinde de uydurman ve onun dışında hiç bir şeye karışmaman… Ofisimize gelen siyasi figürler olduğunda kapını kapatman ve hiç bir şey bilmemen gerekiyor. Bunun dışında maaş, sigorta, yol parası her türlü sağlanacak”… İşte bu sözleriyle gazeteciliğe bakış açısını ortaya koymuş oldu. Şu an dijital formda bir yerel gazetede görev alıyorum. Gerçek haberciliği yapmaya çalıştığımız için tabii ki maddi destekler alamıyoruz. Kendi imkanlarımızla üretmeye çalışıyoruz. Baskılara yenilmemek için direnç gösteriyoruz.”
“YEREL MEDYANIN VAR OLMASI GEREK”
Yerel medyaya olan ihtiyacın asla bitmeyeceğine inandığını dile getiren Aytürk, bu inancını şöyle temellendirdi: “Bir kenti tanıtan, var eden, sorunlarını duyuran yerel medyadır, bu yüzden işlevi yozlaştırılmaya çalışılsa da yok edilemez kanısındayım”. Yerel medya her ne kadar kan kaybetse ulusal medya ile etkileşiminin zorunluluğu nedeniyle her zaman var olacağına olan inancını da dile getirdi.
“YEREL MEDYANIN BAĞIMSIZLAŞMASI GEREK”
Her türlü olumsuzluğa karşın yerel medya hakkında “Kentten doğrudan ve doğru bir şekilde haber alma ihtiyacını karşılaması, dışarıdan bir göz olarak değil, olayın içerisinde yer almasını pozitif olarak değerlendirirken çalışma şartlarının ise eksi bir durum olduğunu söyleyebilirim” diye konuşan genç gazeteci, tespit ve önerilerini ise şöyle sıraladı:
“Çoğu yerel medyanın ‘çok iş, az çalışan’ mottosuyla hareket etmesi tek bir çalışanın az bir maaşla hem fotoğrafçı hem muhabir hem editör vasıflarını yerine getirmesi beklenmesi basın işçilerini zorluyor ve yıpratıyor. Yerel medyanın bağımsızlaşması bir çok sorunu çözmeyi kolaylaştıracaktır. Otoriter güçlerin baskılarına dayanışmayla, örgütlenmeyle direnmeli ve mücadele etmelidir. Yerel medyayı kâr mekanizması olarak görenlerin değil bu mesleğe emeğini veren, gerekliliğini yerine getiren habercilerin yer alması gerekiyor. Özellikle tekelleşmeyi ortadan kaldırmadıkça gazete, sermayeyi elinde tutanlardan arınamaz. Siyasi ilişkileri güçlü olan, sermaye sahibi olan kişiler değil emekçi, uzman, etik değerlere inancı olan gazeteciler yerel medyanın sahibi olmalı ve içerisinde yer almalı. Otoriter baskılara, kapitalizmin direktiflerine, niteliğin çürütülmesine karşı çıkmak için birlik olunup örgütlenmeden sorunlara kalıcı bir çözüm bulunabileceğini düşünmüyorum”
“SANSÜR VE OTOSANSÜR SÜREÇLERİ BİZİ ÇOK YIPRATIYOR”
Bir diğer genç kadın gazeteci Alisa Ayten Kızıltaş ise benzer zorluklardan bahsetti. “Henüz yeni ve genç bir gazeteci olarak kendimi Türkiye sınırları içerisinde sıkışmış hissediyorum. Her haberi dış dünyanın sansüründen hem de otosansürümden korumaya çalışmaktan fazlasıyla yıprandım” diye konuşan genç gazeteci, “Biz genç gazeteciler korkusuz olarak tanımlasak bile kendimizi, hep bir korku kapanına alınmaya çalışılıyoruz. Varlığını sabit şekilde sürdüren AKP Türkiye’si ve AKP medyası içerisinde zor koşullar altındayız” dedi.
“YEREL MEDYADA YETERSİZLİKLER VAR”
Sözlerine, “Türkiye’de genel olarak yerel medya sektöründe yer alan gazetecilerin enformasyon aktarımı konusunda yetersizlikleri üst düzeyde” diyerek devam eden Kızıltaş, “Bazı konularda, haberlerde özellikle Türkiye’deki basın baskısının yarattığı korku nedeniyle tam ve doğru bir biçimde habercilik yapılmıyor. Bu sorun sadece yerel basında değil ulusal basında da yüksek seviyede yer almakta . Bu durumda hem gazeteciliğin temel etiği terk ediliyor hem de suya sabuna dokunmayan habercilik anlayışı ortaya çıkıyor” dedi.
“HABERCİLİĞİN TEMEL İŞLEVLERİNİ ÖLDÜRDÜLER”
Yerel medya deneyimine sahip olduğunun altını çizen Kızıltaş, yaşadığı bu deneyimde karşılaştığı sorunları ise şöyle özetledi:
“Adana’da ya da diğer yerel medyalarda karşılaştığım sorunlar arasında en yüksek artış gösteren durum hazırlanan haberlerimize haber editörleri tarafından yapılan sansürlerdi. Haber sansürünün yanı sıra gazete sahiplerinin ajanslarının ceza alabilme kaygısı haber skalasını daraltıyordu. Mevcut gündem hakkında tabiri caizse, ‘başımız belaya girmesin’ edasıyla haberler hazırlanıyordu. Haberin araştırılması, halka sorulması pek mümkün olmuyordu. Haberciliğin temel işlevleri aslında ellerinde ölüyordu. Saman habercilik anlayışı hakimdi”.
“BU BASKIYLA DEVAM EDİLEMEZ”
“Ulusal medya basın ve haber işlevini yüzde 90 oranında yitirmişken, daha küçük medya grupları yerel gazeteler ne yazık ki tamamen işlevini yitirmiş durumda” diye konuşan Kızıltaş, Türkiye ölçeğinde basın özgürlüğünün oldukça daraltıldığını, alanı ve haberleri sansürlenen gazetecilerinin yazdıkları nedeniyle yargılanması, gözaltına alınması, ifade vermesi gibi sorunların arttığını vurguladı.
Sözlerine “Tutukluluk süreci devam eden gazeteciler mevcutken, dolayısıyla medyasını ayakta tutmaya çalışan medya grupları ceza almadan, gazetecilerini kaybetmeden, habercilik hayatını sürdürmeye çabalıyor” tespitiyle devam eden genç gazeteci, “Bu koşullarda tarafsız ve doğru habercilik ne yazık ki yok ediliyor, mevcut iktidar baskısıyla… Tek önerim koşullar ne olursa olsun hiçbir korkunun gölgesinde yaşamamak. Gazetecilik korkuyla değil, yazıyla doğmuştur. Hep yazalım, yazmak yeniden doğmaktır . Doğru ve tarafsız basın olmak ise aydınlığı yeniden var etmektir. Aydınlık içinde doğru ve tarafsız bir basın ümit ediyorum” ifadelerini kullandı.
“SADECE GENÇ DEĞİL, GENÇ VE İŞSİZ GAZETECİLER…”
Gaziantep’te ikamet eden genç gazeteci Azime Bali ise verdiği demeçte, kendileri için kullanılan “genç gazeteci” nitelendirmesinin yerine “genç ve işsiz gazeteciler” demenin daha doğru bir ifade şekli olduğunu savundu.
Gazetecilik bölümünün artıları olduğu kadar eksilerinin de çok olduğunu ifade eden Bali, “Ne yazık ki biz bu eksilerin mağduruyuz. Ataerkil aile yapısına sahip olan bu toplumda, hem kadın kimliği, hem de gazeteci kimliğimizle sesimizi duyurmaya çalışıyoruz. Bununla birlikte ne kadar zor olsa da bu durum yine de mevcut şartlar bizi ne işimizden ne de kadın kimliğimizle varoluşumuzdan da alıkoyamayacak” dedi.
Yerel medyanın Çukurova’daki durumu konusundaki soruya, “Yerel medya dendiğinde aklıma ilk gelen bölgemizde var olan sorunlar ve o sorunlara karşı çözümlerimizi bölge halkına aktarımımız…” diye cevap veren Bali, “Çukurova bölgesi bereketli topraklar üzerine kurulu olmasının bedbahtlığını, bölgenin her anlamdaki hareketliliğiyle yaşıyor. Bunun yansıması yerel medyada nasıldır diye soracak olursak; her ne kadar mesleğimizi icra ederken karşılaştığımız sorunlar mevcut olsa da toplumu bilinçlendirme noktasında büyük bir çaba görüyorum. Toplumun her kesimine hitap eden, her sorununa değinmekten çekinmeyen korkusuz bir medya… Umarım daha büyük başarılarla ortak bir dile değinebiliriz” diyerek cevap verdi.
“MESLEĞİMİ HAKKINI VEREREK YERİNE GETİRMEK İSTİYORUM”
“Yerel medyada aktif olarak, izinli olduğum günler dışında, resmi bir gazetede görev almadım” diye konuşan genç gazeteci, “Günümüz insanı işte tecrübeyi sabit görüp belki de geleceğin değerli gazetecilerini işe alımlarında direkt eleme yoluna gidiyor. Her işte yükselme çabası, para kazanma hırsı olduğu gibi içinde bulunduğumuz sektörde de mevcut olduğu için kendimi bu koşullarda eksik görmüyor; aksine yaşadığım sorunların üzerine düşüp mesleğimi hakkıyla yapan bireylerden biri olacağımı düşünüyorum” diye konuştu.
“YEREL MEDYA İŞLEVİNİ YİTİRMİŞTİR”
“Yerel medyanın işlevini yitirdiğini düşünüyorum. Çünkü düşünce ve ifade özgürlüğü yok” tespiti yapan Bali, “Anayasanın 26. Maddesinde yazılı bulunan “Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmi makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar” ifadelerini hatırlattı.
Sözlerini yine bir anımsatmayla ve “İnsan Hakları Sözleşmesi’nde ise 10’ncu madde iki paragraftan oluşmaktadır: İlk paragraf korunan özgürlükleri tanımlar. Herkes ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak, kamu makamlarının müdahalesi olmaksızın ve ülke sınırları gözetilmeksizin, kanaat özgürlüğünü, haber ve görüş alma ve de verme özgürlüğünü de kapsar” ifadeleriyle sürdüren Bali, “Mevcut anayasa maddeleri bu şekilde iken haber yaparken, yazarken bin bir tereddüt ile yaklaşıyoruz, yıllarımızı verdiğimiz mesleğe…” ifadelerini kullandı.
“DAHA BÜYÜK SORUNLAR OLUŞABİLİR”
Gazeteci Azime Bali sözlerini şöyle noktaladı:
“Sosyal medya ile artık her bireyin bir gazeteci olarak ele alınmasından dolayı, sahada bulunan gazetecilerdeki aktiflik eskisi kadar yok.. Bu durum, haberi olduğu gibi yaymama, eksik bir aktarıma ve yanlış bilgilendirmeye neden oluyor. Bu sorunların önü kapanmazsa daha da büyük sorunlar oluşabileceği bir gerçek…”
YEREL MEDYANIN BİLİNMEYEN YÜZÜ: “ZENGİN BİR KÜLTÜR VE MİRAS…”
Öte yandan bahsedilen tüm sorunlu yönlerine ve büyüyen eksikliklerine rağmen yerel basın konusunda zengin bir birikimin de Çukurova’da etkisi korunuyor.
Bunlar arasından sivrilen iki örnek olan gazeteci-yazar Uğur Pişmanlık tarafından kaleme alınan Tarsus Basın Tarihi’ne ilişkin yazınsal çalışmalar, yerel basının hiç de azımsanmayacak bir birikime sahip olduğunu gösteriyor. Özellikle de yerel basın alanında bir kenti masaya yatırarak yazılmış çalışmaların da azlığı dikkate alınacak olursa, Çukurova medyasında var olan bu örneğin kıymeti de daha iyi anlaşılıyor.
Bu çalışmalardan ilki olan Tarsus Basın Tarihi 1908-2008 (100 Yıllık İzler) kitabı, Çukurova’nın tam merkezinde yer alan Tarsus’ta İkinci Meşrutiyet’ten bu yana ortaya konan yerel gazetecilik birikiminin fotoğrafını çekiyor. Kitabın yazarı Pişmanlık’ın matbaa-gazete ilişkisini de kurarak ele aldığı ilk dönemlerde ortaya çıkan prototipler, yerelde gazetecilik yapma fikrinin temellerine iniyor. Pişmanlık, yalnızca Tarsus yerelinde 1908’den 2008’e uzanan 100 yıllık süreçte 85 gazetenin ve 14 derginin yayımlanmış olduğu tespitini yapıyor.
“TARSUS’TA GÜNÜMÜZDE GÜNLÜK ÇIKAN YEREL GAZETE YOK”
Gazeteci-yazar Pişmanlık bir diğer ve güncel çalışmasında ise yerel gazeteci Yakup Boncuk ile birlikte Tarsus yerel basınının, 2000 ile 2023 yılları arasını, bu yıllardaki gazetecilik deneyim ve girişimlerini veri alarak inceliyor. Gazeteci Pişmanlık, henüz çıkan kitabı hakkında ise şu değerlendirmeyi yapıyor:
“Tarsus’ta ilk gazete, Osmanlı İmparatorluğu’nun son yüzyılı içinde yayınlanmaya başlamıştır. Mehmet Tahir Üncü Efendi’nin Mıdırgıçyan Efendiden satın aldığı matbaa makinesiyle 1908 yılında eski Türkçe basılan Tarsus gazetesi yayınlanmıştır. 1928 yılına kadar yayın hayatını sürdüren Tarsus gazetesi, hem cumhuriyet öncesi hem de sonrasının tanıklığını yapmış kentin ilk yerel gazetesidir.”
“Ulusal basının temel taşını oluşturan yerel basın organlarının Tarsus’ta 100 yılı geçen bir geçmişi var. Bugüne kadar Tarsus’ta günlük, haftalık, 15 günlük, aylık ya da mevsimlere göre senede 4 kez çıkan birçok gazete ve dergi yayınlanmıştır. Dijital sisteme geçiş ile birlikte daha önce sayıları 50’yi geçen yazılı yerel gazete sayısı bugün 2023 yılı itibariyle 10-15 civarına düşmüştür. Yazılı basında yayın izni olan gazeteler ayakta kalmak ve daha çok okuyucuya daha hızlı ve daha taze haberlerle ulaşabilmek için web üzerinden yayınına devam etmektedir. Bu nedenle yazılı gazete sayısı düşse de varlığını devam ettiren yayın organı sayısı 50 civarındadır. Şu anda Tarsus’ta günlük çıkan gazete bulunmamaktadır. Daha önce yayınlananların kimisi kapandı, kimisi kendini geliştirdi”.
“YEREL BASININ AYNASI ULUSAL BASINDIR”
Son olarak yerel basının Çukurova’daki durumuna da değinen Pişmanlık sözlerini şöyle sonlandırdı:
“Gerçekte yerel basın, yaygın basının kılcal damarlarını oluştururken, oluşturması gerekirken, bir yandan içinde bulunduğu zor koşullar, diğer yandan da sağlam bir duruş sergileyememesinden kaynaklı olarak, ulusal basının kuyruğuna takılmış, onun belirlenimi altında şekillendirilmesine izin vererek ona benzemeye çalışmıştır. Ancak ne yazık ki onun kötü bir kopyası olmaktan öteye gidilememiştir”