Gülseren Adaklı
Bu rapor Hollanda Büyükelçiliği MATRA desteğiyle hazırlanmıştır.
Hâkim medyanın genel görünümü
14 Mayıs 2023 tarihli TBMM ve Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden kısa süre önce, başta Diyarbakır olmak üzere çeşitli illerde iki yüze yakın Kürt gazeteci, avukat, sanatçı gözaltına alınmıştır. Gözaltıları protesto edenler de gözaltına alınmış, artık alışılmış “terör” retoriği ile ülkede iktidara yönelik en basit eleştirilerin bile cezasız kalmayacağı mesajı verilmiştir (Mezopotamya Ajansı, 25.4.2023). Ancak ifade özgürlüğünün ötesinde hukuk devletini hiçe sayan bu ve benzeri operasyonlardan, ülke nüfusunun çoğunluğunun ya haberi olmamıştır ya da iktidarı destekleyen geniş halk kesimleri açısından bir özgürlük sorunu olarak değil “terör operasyonu” olarak algılanmıştır. Otoriter neoliberal medya mimarisinde, bu kadar önemli bir olayın ya haber değeri yoktu ya da gerçeklikle ve demokrasiyle bağları koparılmıştı. Bir avuç liberal ve/veya sol mecra dışında olayı standart gazetecilik normlarına göre çerçevelendirecek bir ana akım medya, bir zamanlar vardıysa bile artık yoktu. Zira Gezi protestolarının ardından literatüre giren “havuz medyası” teriminde ifade bulan hükümet medyası, 2018’de sektörün en etkin medya sahibi olan Aydın Doğan’a ait medya varlıklarının Erdoğan’a yakın Demirören Grubuna devredilmesi ile birlikte niceliksel ve niteliksel olarak büyümüş, manzara tamamen değişmiştir.
Türkiye’de medya manzarasını oluşturan başat aktörler;
• Devlet medyası (AA, TRT, vb.)
• Hükümete doğrudan bağlı medya şirketleri (Turkuaz, Demirören, Albayrak, Turk Media, Hayat Görsel, İhlas, Doğuş, Ciner5, vd)
• Yabancı ülkelerle bağlantılı haber kanallarının Türkçe servisleri (DW, VOA, BBC, Sputnik, Euronews, vd),
• Uluslararası/Ulusal içerik platformları (Netflix, Amazon, BluTV, vb),
• İktidarla denge politikası izleyen etkin medya kuruluşları (Habertürk, Fox TV, Flash TV, vb),
• İktidarla gerilim içindeki küçük medya oluşumları (Cumhuriyet, Halk TV, Sözcü, Medyascope, T24, Anka,
vd),
• Twitter, Facebook, Instagram, Youtube, TikTok gibi uluslararası sosyal medya platformları olarak sıralanabilir.
Medya sektöründe, temel olarak kamu bankalarından sağlanan geniş ölçekli ve çoğu geri ödenmeyen kredilerle sermaye transferi AKP iktidarı döneminde adeta kural haline gelmiştir. Yeni sahipler, aldıkları kredilerin borçlarını ödeme yükümlülüğü de hissetmemektedir. Sabah-ATV iktisadi birliğinin 2007 yılında bu
şekilde verildiği Çalık Holding’in “Turkuvaz” olarak tescillediği medya varlıkları, borçlar ödenemeyince 20 Aralık 2013’te bu kez Kalyon Grubuna devredilmiştir. Bir zamanlar Türkiye’nin lider medya grubu olan Doğan Holding’i piyasadan silen iktidar, buradaki medya varlıklarını kamu bankalarından sağladığı krediyle Demirörenlere aktarmıştır.
Denge politikasına geçit yok: Habertürk, Fox, Flash, El Cezire…
AKP’nin ulusal medyada kendisine doğrudan muhalefet etmemeyi tercih eden ve etkin görünen mecralarla ilişkisi, iktidarın bu alandaki otoriterliğinin bir ölçüsü olabilir. Ana akım medyada her türlü uyum çabasına rağmen tamamen kontrolüne girmemiş olan Ciner Grubuna yönelik tutumu bunun tipik bir örneğidir. 2018’de, yani lider konumundaki Doğan Grubunun sektörden ayrıldığı yıl, Habertürk, o dönem Türkiye için oldukça yüksek sayılabilecek iki yüz binlik tirajına rağmen kâğıt gazete basmamaya karar vermiştir. Yüksek tirajına rağmen neredeyse satış geliri olmayan AKP medyasından çok daha az reklam almasını kâğıt gazeteden vazgeçmesine gerekçe olarak gösteren Ciner Medya Grubu, enikonu enformasyon içeren standart haberleştirmeden uzaklaştırılıncaya kadar baskı altına alınmıştır.
2021 Mayısında MHP, Habertürk televizyonuna karşı boykot çağrıları başlatmış, sosyal medya üzerinden büyüyen tartışmanın sonunda iki üst düzey yönetici görevden uzaklaştırılmıştır (Oğur, 2021). Bu olaydan kısa süre sonra gazetenin başyazarı konumundaki Fatih Altaylı (2021), Anadolu Ajansı tarafından servis edilen bayram mesajlaşmasında Cumhurbaşkanının uyuklamasını gündeme alınca Habertürk yine iktidarın hedef tahtası haline gelmiştir. İktidarın doğrudan sözel saldırıları ve bunun sosyal medyadaki yankıları karşısında haber yönetimi direnmiş (Bildirici, 2021), ancak 2023 seçimlerinden sonra kanal, siyasi içerikli yayınları azaltma kararı almış, Fatih Altaylı gruba veda etmiştir. (Altaylı, 2023). Kanalda bu gelişmeler yaşanırken internet sitesinde yazarların siyasi içerikli yazılar yazmasına son verilmiş, bu karar üzerine bazı televizyondaki programcıları Habertük’ten ayrılarak TV100, Halk TV gibi televizyon kanallarına geçmiştir.
İktidarın doğrudan kontrolü dışındaki önemli medya kuruluşlarından bir diğeri, Fox TV’dir. Enver Ören’e ait TGRT televizyonu, 2006’da dünya medya devlerinden Murdoch’un şemsiye şirketlerinden Fox International’a satıldıktan sonra isim ve format değiştirmiştir. Özellikle Gezi protestoları sırasında görece liberal bir yayıncılık anlayışıyla öne çıkan Fox TV, kısa zamanda muhalif izleyicilerin haber kaynakları arasında ilk sıralara yerleşmiştir. Medyaya yönelik baskıların yoğunlaşarak arttığı son dönemde ise kanal, “rahatsızlık verici” kadrolarını kaybetmek pahasına hükümete karşı bir tür denge politikası yürütmektedir.
Aynı kategoriye girebilecek örneklerden biri, 15 Ocak 1992’de bölgesel bir müzik-eğlence kanalı olarak kurulan Flash TV’dir. Bursa’lı işadamı Ömer Ziya Göktuğ ile kardeşi Mehmet Emin Göktuğ’un kurucu olduğu kanal 1 Mart 2019’da, hükümetten gelen baskılara dayanamayarak yayınına ara verdiğini duyurmuştur. Daha sonra kanalın sahiplerinden Ömer Göktuğ, Hükümetin sürekli olarak yayın içeriklerine müdahale etmek istediğini; “Erhan Göksel’e program yaptırma”, “Abdüllatif Şener’i kanala çıkarma”, “Turhan Çömez’i işten at”, “kanalın başına şunu koy”, “haber programlarını kaldır” gibi taleplerde bulunduğunu belirtmiştir. Bu tür talepleri, editoryal bağımsızlık gereği hiçbir içeriğe kendisinin karışmadığını belirterek reddettiğini, 2018 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde hem Erdoğan’ın hem de Muharrem İnce’nin mitinglerini yayınlayarak tarafsız davrandıklarını ifade eden Göktuğ, “tarafsızlığın yetmediğini” şu sözlerle açıklamıştır:
Bizim binamız Bursa’da stadın karşısında. Kim orada miting yapsa ‘binaya benim resmimi as’ diye rica ediyor. Muharrem Bey’in resmini astık. Tayyip Bey’in resmini asmaya mecburmuşuz gibi yaptılar. Kızdım, son anda asmadık.” Erdoğan’ın o gün “o binayı indireceğiz” dediğini iddia eden Göktuğ; Bursa Belediyesi’nin, Cumhurbaşkanı’nın telkinleriyle, Flash TV binasını yıkmaya karar verdiğini ifade ediyor. Göktuğ’a göre deprem yönetmeliği de bahane ediliyor (Terkoğlu, 2019).
Gerçekten de dava süreci henüz tamamlanmamışken 5 Şubat 2019 tarihinde Bursa Büyükşehir Belediyesi ekipleri kanalın binasını yıkmıştır.
Bu olaylardan üç yıl kadar sonra formatı değiştirilerek Flash Haber adını alan kanal, 11 Ekim 2021 tarihinde yeni logosuyla ve muhalif bir kimlikle yayın hayatına dönmüştür. Kanalın kurucularından Mehmet Emin Göktuğ, önce kardeşi Ömer Göktuğ’un, onun ölümünün ardından yeğenlerinin Flash TV’yi “kaynağı belirsiz bir fonla” yasadışı olarak yeniden faaliyete geçirdikleri için dava açmıştır. (Cumhuriyet, 20 Nisan 2022)
AKP iktidarı ile haber kuruluşları arasında tarafsızlık gibi gazetecilik standartlarının önemli bir rol oynadığı bir başka olay, Katar merkezli haber kuruluşu El Cezire’nin Türkiye macerasıdır. Al Jazeera Türk Digital adı altında devletin elindeki bir kanalın frekansının satın alınmasıyla 2011’de başlayan macera, 22 Ocak 2014’te internet üzerinden haber yayınıyla sürdürülmüştür. Ancak yıllar süren hazırlık sırasında kanalın uluslararası yayıncılık standartları ile Türk devletinin çıkarları arasında ciddi
çatışmalar ortaya çıkmıştır.
El Cezire, İngilizce ve Arapça yayınlarında terörist lafını kullanmıyor… Pek çok uluslararası haber kanalı gibi El Cezire de ‘direnişçi grup’ gibi sıfatlar kullanıyor PKK için… El Cezire, Türkiye yayınlarında da uluslararası haber dilinin geçerli olması gerektiğini savundu, daha açık söylersem PKK için ‘terörist’ demeye yanaşmadı… Böylece El Cezire’yi Ortadoğu politikası için önemli gören Türkiye hiç beklemediği bir olayla karşılaştı. Ayrılıklar yaşandı. Bu olaylar sonrasında da Türk Dışişleri’yle El Cezire arasında soğuk rüzgârlar esmeye başladı. El Cezire’nin Türk ortağı işadamı Vural Ak bu yılın başında ortaklıktan ayrıldı… Kanalın yayınlarını denetlemek için atanan gazeteci Nuh Yılmaz da aynı tarihlerde görevini bıraktı. (Semercioğlu, 2012)
Semercioğlu, yukarıda alıntıladığımız yazısının sonunda kanalın Türkiye’deki haber dili politikalarını gözden geçireceğini ve ondan sonra yayına başlayacağını belirtse de El Cezire Türk hiçbir zaman antene çıkamamıştır. 3 Mayıs 2017 tarihi itibariyle kanaldan yapılan açıklamaya göre “Al Jazeera Media Network’ün… yürütmüş olduğu iş gücü optimizasyonunun bir parçası olarak” Al Jazeera Türk Digital, faaliyetlerini sonlandırmıştır. Arap Baharında halk protestolarını haberleştirerek dünya çapında üne kavuşmuş, bu ününü koruyabilmek için de uluslararası yayıncılık standartlarına bağlı kalmak zorunda hisseden bir medya kuruluşu, AKP iktidarı için pek de kabul edilebilir bir olgu değildir. Nitekim Arap Baharının zirvesinde ve henüz hazırlık aşamasındayken bir Amerikan dergisinde “tamamen özerk bir Türkçe haber kanalı” olarak tanıtılan Al Jazeera Türk, kurumun İngilizce yayınlarından sonraki “en cesur proje” olarak değerlendirilmiştir (Ungerleider, 2011). Büyük umutlarla başlatılan projenin akamete uğraması, cesaretin sınırlarını işaret etmektedir.
Sansür düzenlemeleri
AKP Hükümeti; mevcut medyanın büyük çoğunluğunu ele geçirmesine ve sulh ceza mahkemeleri, Radyo ve Televizyon Üst Kurulu (RTÜK), Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu (BTK) gibi kamu kurumları aracılığıyla dizginsiz bir kontrol gücü elde etmesine rağmen tam anlamıyla rıza üretememekte, uyguladığı politikalar her an başka bir toplumsal rahatsızlığın ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Yeni ya da muhtemel açıkları kaydedip onlara karşı doğrudan politik ya da hukuki müdahalenin yollarını döşeyen iktidarın en önemli faaliyet alanı da, aktif ya da pasif rıza üretimi alanı olarak toplumsal iletişimdir. İktidar; son birkaç yılda gerçekleştirdiği sansür düzenlemeleri ile ifade alanını yerel İslami motiflerin küresel muhafazakârlıkla sarmalandığı yoğun bir müdahaleyle yönetmeye çalışmaktadır. Sadece bir fikir edinmek için şu sayılara bakmak yeterlidir: Aralık 2022 itibarı ile 712,558 + Alan Adı, 150,000 + URL, 55,500 + Tweet erişime kapatılmıştır (IFD, 2023). RTÜK’ün son faaliyet raporuna göre kurum 2022’de Halk TV başta olmak üzere Tele1, Fox, KRT gibi kanallara 71 milyon 251 bin 796 TL ceza kesmiş, 2 bin 264 yaptırım, 143 yayın yasağı kararı almıştır. (Sağkal, 2023; Görgülü, 2022). 14 Mayıs 2023 tarihinde ilk turu yapılan Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden önce bu ve benzeri uygulamalarda kullanılacak “yasama araçları” tamamlanmıştır.
1 Ağustos 2019’da yürürlüğe giren “Radyo, Televizyon ve İsteğe Bağlı Yayınların İnternet ortamından Sunumu Hakkında Yönetmelik”, yayın frekansları üzerinden gerçekleştirilen görsel-işitsel yayıncılığa hasredilmiş bir yasayı, internet gibi daha geniş özgürlüklerin tanımlandığı bir alana teşmil etmiştir. Bu düzenleme RTÜK’e internette radyo, televizyon ve isteğe bağlı yayın hizmeti vermek isteyenlere on yıllık ücretli yayın lisansı verme ve gerekirse iptal etme yetkisi tanımaktadır. Yani bugüne kadar geçerli frekanslardan ve uydudan radyo-televizyon yayını yapmak isteyenlere yönelik lisans zorunluluğu, bağlı olarak 6112 sayılı yayıncılık yasasının bütün koşulları internet yayıncılarına da dayatılmaktadır.
Yaklaşık üç yıl sonra seçimlere yaklaşırken RTÜK, 9 Şubat 2022 tarihinde yaptığı toplantıda, radyo-televizyon yayıncılığı yapmadıkları bariz olan DW ve VOA’nın lisans başvurusunda bulunmalarını kararlaştırmıştır (Hacaloğlu, 2022). Bu kuruluşların denetimi reddetmeleri üzerine 1 Temmuz 2022 tarihinde DW Türkçe ve Amerika’nın Sesi’nin Türkiye’den erişimi Ankara Sulh Ceza Hâkimliği tarafından engellenmiştir (Euronews, 2022). Henüz bu kararla ilgili olarak yapılan Anayasa Mahkemesi başvurusu değerlendirilmemişken, 28 Ağustos 2023’te Ankara 9. Sulh Ceza Hâkimliğinin kararıyla VOA Türkçe’ye erişim bir kez daha engellenmiştir (İÖD, 28.8.2023). Engeli bir biçimde aşmanın teknik yolları vardır ama bir haber kanalına erişimin engellenmesi, herkesin VPN gibi araçlara aşina olmayışı nedeniyle, internet hukuku ve ifade özgürlüğü konusunda uzman Prof. Yaman Akdeniz’in altını çizdiği gibi tam bir sansür mekanizması olarak işlemektedir.
2020 Temmuz ayına kadar mevzuatımızda içeriğin yayından çıkartılması yoktu. Uygulamada biz bunu tekil haberler için görüyorduk. Mesela VOA Türkçe web sitesinde yer almış bir haber için ya da Diken, BBC Türkçe veya diğer haber sitelerinde yer alan haberler için bu uygulamanın yapıldığını görüyoruz. Bir haber sitesinin bütünü için bir karar aslında verilmiyor. VOA Türkçe web sitesinde yıllardır yapılan binlerce içerik yer almakta iken bunların yayından çıkarılması demek aslında haber sitesinin kapatılması anlamına gelecektir. Dolayısıyla aslında sansür anlamına gelecek, tabi anayasa tarafından korunan ifade ve basın özgürlüğüne aykırılık teşkil edecektir (Hacaloğlu, 2023).
22 Temmuz 2020 tarihli ve 5651 sayılı İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkındaki Kanun’da yapılan değişiklikler de hem yerli hem de yabancı ülke medyalarını baskı altına almaya yönelik ek önlemler getirmiştir. Özellikle yasaya eklenen ek 29. Madde, yurtdışı kaynaklı “sosyal ağ sağlayıcı”lara Türkiye’de şube açma, temsilci atama ve Türkiye yasalarına uygun yayıncılık yapma zorunluluğunun yanısıra yüksek meblağlı cezalar tanımlamıştır. Yasanın uygulanmasında birkaç aşama sayılmıştır:
1. Yükümlülüklerini yerine getirmeyen sosyal ağ sağlayıcılarına 10 milyon lira idari para cezası uygulanacak.
2. Bu cezanın tebliğinden itibaren 30 gün içinde de yükümlülüğün yerine getirilmemesi halinde sosyal ağ sağlayıcıya, bu defa 30 milyon lira idari para cezası kesilecek.
3. İkinci kez verilen idari para cezasının tebliğinden itibaren 30 gün içinde bu yükümlülük de yerine getirilmezse reklam verilmesi yasaklanacak.
4. Reklam yasağı kararından itibaren 3 ay içinde yükümlülükler yerine getirilmezse internet trafiği bant genişliği % 50 daraltılacak.
5. Yükümlülüğe uymamakta ısrar eden sosyal ağ sağlayıcının internet trafiği bant genişliği yüzde 90 daraltılacak (BBC Türkçe, 2020).
Nitekim Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı 4 Kasım 2020 tarihinde Türkiye’de temsilcilik açmayan Facebook, Instagram, Periscope, TikTok, YouTube ve Twitter’a 10’ar milyon TL ceza kesildiğini duyurmuştur. Cezaların işe yaradığı görülmektedir. Ekim 2022 itibarı ile Türkiye’de temsilcilik açmayan sosyal medya şirketi kalmamış görünmektedir (TRT, 26.10.2022). En son Twitter, cumhurbaşkanlığı seçimlerinden hemen önce Türkiye’deki içeriğe erişimi kısıtlama talebine uyduğunu açıklamıştır. (Akdeniz, 2023) Yeni düzenlemeyle, sade yurttaşın ihtiyacına hizmet etmek üzere kurgulanmış “unutulma hakkı” da güç sahibi seçkinlerin çıkarları için seferber edilmektedir. (Sayın, 2020).
…son yıllarda, giderek artan bir şekilde, bireylerin unutulma hakkına atıfla, geçmişlerinde kendi iradeleriyle veya üçüncü kişilerin neden olduğu bir olay nedeniyle haklarında yapılan haber veya yayınlanan içeriklerden dolayı geleceklerinin olumsuz bir şekilde etkilenmemesini talep ettikleri ve bu taleplerin sıklıkla sulh ceza hâkimlikleri tarafından 5651 sayılı Kanun’un 9. maddesi kapsamında kişilik hakları ihlali olarak değerlendirildiği ve erişimin engellenmesi ve haber ve içeriklerin yayından kaldırılmasına karar verdikleri görülmüş ve tespit edilmiştir. (Akdeniz, 2023)
“Dezenformasyon” ve “yalan haber” yayınlamayı suç haline getiren 18 Ekim 2022 tarihli ve 7418 sayılı Basın Kanunu İle Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun, ilkin Haziran 2022’de tasarı olarak meclise getirilmiş ama daha sonra geri çekilmiş, 2023 seçimlerine kısa zaman kala haliyle endişe kaynağı olmuşsa da Ekim ayında değiştirilmeksizin genel kurula sunulmuştur (Dokuz8Haber, 2022). 13 Ekim 2022’de kabul edilen yasanın en çok tartışılan 29. Maddesi şöyledir: “Sırf halk arasında endişe, korku veya panik yaratmak saikıyla, ülkenin iç ve dış güvenliği, kamu düzeni ve genel sağlığı ile ilgili gerçeğe aykırı bir bilgiyi, kamu barışını bozmaya elverişli şekilde alenen yayan kimse, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılır.” Söz konusu saik neye göre belirlenecektir? Gerçeğe aykırılığı somut olarak ortaya koyabilecek merci, demokratik basın organları iken iktidarı rahatsız edecek her türlü bilginin/haberin devlet/hükümet tarafından denetlenmesi en basitinden Anayasaya aykırı değil midir? Bu ve buna benzer sorular yasanın gerçekten dezenformasyonla mücadele maksadıyla mı, sansürün dozunu arttırmak niyetiyle mi gündeme getirilip yasalaştırıldığına dair kuşkuları derinleştirmiştir.
Yasa henüz çıkmamışken, Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı çatısı altında, adeta yasanın kolluk gücü gibi çalışacak olan bir “Dezenformasyonla Mücadele Merkezi” kurulduğu bildirilmiştir (CİB, 2022). Her gün şu ya da bu mecrada ortaya çıkan haber ya da yorumlara karşı “acil müdahale aracı” görevi gören bu merkezin geleneksel idare hukuku mevzuatında yeri bulunmamaktadır, yani merkez alenen hukuk dışıdır (bkz. TGS, 2022).
6 Şubat 2023 tarihinde meydana gelen ve Cumhuriyet tarihinin en büyük felaketlerinden biri olan depremde, en acil ve pratik önlem olarak ordu birliklerini harekete geçirmek yerine, toplumda uzun zamandır zaten birikmiş olan öfkeyi nasıl bastıracaklarını hesap etmişlerdir13. 8 Şubat’ta hiçbir siyasi ya da sosyal gereklilik olmamasına rağmen bölgede olağanüstü hal ilan edilmiş, iletişim/medya ise bu kararın merkezine yerleştirilmiştir (Cüzdan, 2023). “Dezenformasyonla Mücadele Merkezi” 12 Şubat-13 Mart tarihleri depremle ilgili 16 adet “dezenformasyon bülteni” yayınlamıştır.
Yabancı medya kuruluşlarının Türkiye faaliyetlerine sıkıdüzen
Türkiye’de bütün kuşatma ve tasfiye çabalarına rağmen görece kontrol dışı kalan aktörler, Türkiye’de faaliyet gösteren BBC, Deutsche Welle (DW), Amerika’nın Sesi (VOA), Euronews, Netflix, Twitter, Facebook, Youtube, vb. gibi yurtdışı kökenli liberal medya kuruluşlarıdır.
AKP’nin düşünce kuruluşu Siyaset, Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Vakfı’nın (SETA) 2019 yazında çıkardığı Uluslararası Medya Kuruluşlarının Türkiye Uzantıları başlıklı rapor, Türkiye’de faaliyet gösteren yabancı medya kuruluşlarını, “muhalif medyanın en önemli bileşeni” (Arka Kapak) olarak etiketlemektedir. Raporun amacı şu sözlerle açıklanmaktadır: “yabancı basının Türkçe servisleri aracılığıyla Türkiye’nin global alanda nasıl resmedildiğini ve bu medya organlarının Türkiye algısı üzerinde nasıl bir siyasi iklimin etkili olduğunu anlama” (SETA, 2019: 7). Ancak SETA’nın raporunda, yabancı medya kuruluşlarını ve muhalif medyada yer alan habercileri, geçerli herhangi bir kanıt sunmaksızın damgalama ya da andıçlama dışında bir hedef görülememektedir. Bu kuruluşlarda çalışan muhalif gazetecilerin twitlerini suç delili gibi sunan rapor, haliyle büyük bir tartışma yaratmıştır.