Anasayfa Editörün Seçtikleri Saab Cafe tartışması büyüyor: “Mohamed Isse Abdullahı’nın can güvenliği yok”

Saab Cafe tartışması büyüyor: “Mohamed Isse Abdullahı’nın can güvenliği yok”

, admin

HATİCE AKTAY – Ankara

Ankara Kızılay’da polis baskınlarıyla gündeme gelen Somali restoranı Saab Cafe ortaklarından olan Mohamed Isse Abdullahı’nın sınır dışı edilmesine karar verildi. Kararı değerlendiren mülteci hukuku uzmanı Avukat Abdulhalim Yılmaz, Somali İç Savaşı’nın, ayrım yapılamayan şiddet olaylarının, terörün devam ettiği bir ülke olduğunun altını çizerek Mohamed’in orada can güvenliğinin olmadığını belirtti. Mohamed de “Ekonomik kaygıların üzerine bir de bize yaşatılan bu ırkçı ve ayrımcı tutumdan dolayı üzgünüm. Artık bundan sonra da iyi olacağına dair fazla bir beklentim yok aslında. Sınır dışı kararını beklemiyordum. Çok şaşırdım, inanamadım yani. On bir senedir yaşadığım ülke burası. Böyle, 1 gün içinde benim hakkımda bir sınır dışı kararı çıkaracaklarını hiç düşünmezdim” dedi.

Hukuki süreci takip eden Avukat Abdulhalim Yılmaz, Anayasa Mahkemesi’ne başvuru yapmayı planladıklarını, akabinde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne müracaat edeceklerini ifade ederek şöyle devam etti:

“Mohamed Bey’in sınır dışı edilme gerekçesi resmî çalışma izni olmadığı halde kaçak çalıştığı iddiası idi. İkametgâhı iptal edilmiş durumda. Fakat Saab Cafe’nin yaşadığı süreçleri dikkate aldığımız zaman gerçekte asıl neden Kızılay’da istenmemeleri. İçişleri Bakanlığı ve Emniyet bu konuda baskı uyguluyor. Bunu da net ve açık bir biçimde ifade ediyorlar. 

Devletlerin yabancıları sınır dışı etmek için çok geniş ve büyük hukuki alt yapıları var. İstemedikleri yabancıları derhal sınır dışı etmek ve ülkeye almamak gibi geniş yetkileri var. Tüm devletlerin yabancıların üzerinde egemenlik hakları var. 

Sınır dışı kararının kanuni gerekçesi olarak da çalışma izni olmadığı halde çalışıyor iddiasıyla bunu destekliyorlar. Fakat kaçak olarak çalışmıyor. Mohamed, Saab Cafe’nin ortaklarından birisi, yani hissedarlarından. Dolayısıyla şirket hissedarları çalışma izni almak zorunda değil. Buna rağmen Mohamed yine de yasal bir sorunla karşılaşmamak için dört defa çalışma izni başvurusu yapmış. Dördüne de ret cevabı almış. Özetlersek, gerçek sebeplerle hukuki olarak kâğıt üzerindeki sebepler farklı gerekçeler. Sınır dışı kararına yasal olarak itiraz hakkı var. Mohamed bu karara itiraz etti ve dava açtı. Ancak Ankara İdari Mahkemesi davayı reddetti. Bu tür davalarda birincisi devletin yabancılar üzerindeki egemenlik haklarını çok geniş yorumlamaları. İkincisi de siyasi olaylardan etkilenme durumları da ister istemez olabiliyor. Verilen bu karara itiraz hakkımız olacak. Anayasa Mahkemesi’ne başvuru yapmayı planlıyoruz. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne de müracaat edeceğiz.

Birkaç nokta önemli; birincisi Mohamed fiilen çalışmadığı halde ortağı olduğu için çalışma izninin zorunlu tutulması ve bu nedenle sınır dışı işleminin yapılması hukuka aykırı. İkincisi Mohamed’in orijin ülkesi, yani Somali, iç savaşın, ayrım yapılamayan şiddet olaylarının, terörün devam ettiği bir ülke, can güvenliği yok. Temel hak özgürlüğünü kullanacağı imkânlar neredeyse yok. Bu nedenle geri gönderme yasağı dediğimiz non-refoulement kapsamında kalıyor. Kişinin gönderileceği ülkede eğer zulüm görme riski varsa, başına bir şey gelmesi yaşam hakkı ihlali, işkence görme ihtimali, bu konularda ciddi bir risk varsa o kişi gönderilemez. Bu temel bir kuraldır. Somali, Suriye veya başka bir ülke olması fark etmez. Kişinin gönderileceği yerde zulümle karşılaşma ihtimali varsa gönderen devlet sorumlu olur.”

Türkiye sorumlu 

Yılmaz, bu şartlara rağmen ülkesine geri gönderildiği taktirde  Mohamed’in  karşılaşacağı olumsuz bir durumdan Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin sorumlu olacağını ifade etti ve şunları söyledi: 

“Anayasa Mahkemesi’nden olumlu ve acil bir karar çıkmazsa, Mohamed’in derdine derman olacak bir karar çıkmazsa, böyle bir durumda Uluslararası İnsan Hakları Mahkemesi mekanizmalarına, bu somut olayda Türkiye’de de en çok kullandığımız Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne bireysel başvuru yapmak söz konusu olacaktır. 

Şu nokta önemli; Mohamed kamu düzenini ihlal eden, Türkiye’deki yasaya aykırı herhangi bir şeyi yapmadı. Türkiye’deki yasaya harfi harfiyen uyuyor, uymaya da çalışıyor, uymaya da devam ediyor. Hem kendisinin Türkiye’de bulunması hem de işletmesi yani Saab Cafe’nin işleri yasal bir çerçevede yürütülüyor. Dolayısıyla yasal şekilde ikamette olması, kanuna uygun şekilde bulunması, bunlar önemli noktalar. Şunu söylemek lazım yani burada başına kötü bir şey gelme sadece Somali’deki hükümet değil. Aynı zamanda hükümetsizlikten de kaynaklanabilir. Yani orada terör örgütleri ya da mafyavari örgütler, silahlı yapılar eğer ona zarar verecekse ve hükumet onu koruyamayacaksa bu durumda da o kişinin gönderilmemesi gerekiyor.  Süreci yönetmek bakımından biz mümkün oldukça hukuki yollara başvurup olumlu bir netice elde etmeye çalışacağız. Ve onları da adım adım kullanıyoruz. İyi bir netice alınıncaya kadar uğraşmaya devam edeceğiz. Eğer iyi bir netice çıkmazsa her seferinde bir adım daha ötesine gidip başka bir şekilde itiraz ve başvuru yollarımızı kullanacağız. Çünkü hukuki olarak geri gönderilmeyecek kişiler kapsamında onu düşünüyoruz. Diğer yandan da İdare Mahkemesi’nin kendisinin durumunu iyi değerlendirmediğini ve etkin bir yargılama yapılmadığını düşünüyoruz. Onun için hani Mohamed’in başına olumsuz bir şey gelmesin diye avukatlar olarak ona destek olmaya yardımcı olmaya çalışacağız.

Ankara Barosu Mülteci Hakları Merkezi de Saab Cafe’nin yaşadığı süreci takip ediyor. Ankara Barosu Mülteci Hakları Merkezi Başkanı Avukat Ebru Beşe, şunları söyledi: 

“Saab Cafe ile ilgili Mülteci Hakları Merkezi olarak biz sürecin raporlanması ve bu raporla hukuksuz uygulamaların tespiti, yapılan başvuruların, açılan davaların raporla kayıt altına alınması kısmında Mohamed’e destek olacağız. Bizzat vekilliğini bu raporlamanın bağımsız ve tarafsız olarak hazırlanabilmesi için üstlenmiyoruz. Merkez üyelerimizden bir alt kurulla raporlama çalışması yapacağız. Ancak sürecin uzun olması nedeniyle, bunları inceleyip rapor hazırlamak biraz zaman alacak elbette. Ancak yine de Ağustos sonunda bitirmeyi planlıyoruz.

Son günlerde mültecilerle ilgili artan şiddet söylemini değerlendiren “Hepimiz Göçmeniz”,  “Irkçılığa Hayır Platformu” ve “Sığınmacılar Platformu” üyesi Yıldız Önen, şunları kaydetti:

“Biz son yerel seçimlerden bu yana sık sık bu konuyu gündeme getirmeye çalışıyoruz. Tüm siyasi partiler, liderler, milletvekilleri ile görüşmeye çalıştık. Göçmenlerin siyaseten araçsallaştırılmasının olumsuz sonuçlarını anlatmaya çalıştık. Altındağ linç girişimi, İzmir’deki yakılan işçiler gibi olaylar olduğunda bir suskunluk oluşuyor. Ama ardından bir şey olmamış gibi, sizin de dediğiniz gibi, Türkiye’deki yanlış giden her şeyin sorumlusu göçmenlermiş gibi konuşmalar yeniden başlıyor. 

Buradan bir kez daha söylüyorum, Suriyeliler Türkiye’deki sorunların nedeni değil, aksine herkesten daha fazla etkilenenleri. Çünkü çoğu yoksul, herhangi bir destekleri yok. Ekonomik krizin sebebini doğru tespit edememek sadece tüm işçileri sömürenlere, haksız kazanç sağlayanlara yarıyor. Ayda 3-4 bin maksimum ücret alıp yaşamak zorunda kalanlar krizin sorumlusu değil mağdurudur. 

Kültürel değişim, nüfus değişiyor söylemleri ırkçılıktır. Türkiye zaten bir mozaik ülkedir. Türk, Kürt, Alevi, Sünni vs. bir sürü farklı etnik ve dini inançlı insan var. Çok kültürlülük iyi bir şeydir. Homojenlik, özellikle ırkçıların istediği Sünni Türklük fikrine karşı çıkmak gerekir.  Siyasetçilerin bunu yapma sebepleri yanlış bir fikir olan seçimlerde oy kazandırır perspektifi, AKP’yi geriletiriz fikirleridir. Tüm seçimlere baksınlar sadece göçmen düşmanlığı ile oy alanlar kimler, sonra düşünmeye başlasınlar. Irkçı olacaklar mı olmayacaklar mı? Fransa’da Marine Le Pen, İtalya’da Giorgia Meloni olmak istemiyorlarsa bir an önce bu söylemi terk etmeliler. Davul zurna ile milyonlarca insanı 11 seneden sonra savaş bölgesine göndermenin (BM son raporları hala güvenli olmadığını yazıyor) propagandasını yapmak ırkçılıktır.”

Önen, Saab Cafe’nin “Somali Lokantası” olarak kalmak istediği için bu kadar ağır saldırı altında olduğunu söyleyerek ifadelerine şöyle devam etti:

“Yukarıdan hem siyasilerden hem medyadan sürekli göçmen aleyhtarı kampanya dinlerseniz tabanda neler olabileceğini kestiremezseniz, engelleyemezsiniz. Saab Cafe Somali lokantası olarak kalmak istediği için bu kadar ağır saldırı altında. Çeşitliliğe izin vermemek için bu kadar baskı uygulanıyor. Şiddetle kınamak gerekir. Ama maalesef ne ana medyada ne de muhalefet partilerinin gündeminde bu konu yok. 

Maalesef her gün en azından bir tane Türkiye’nin herhangi bir yerinde otobüste, okulda, iş yerinde bir saldırı olayı duyuyoruz. Saldırganlar hiçbir zaman tam olarak yargılanmadıkları için herkes güç buluyor. Bilinen büyük olayların hiçbirisi sonuçlandırılmadı. Altındağ, İzmir, Naif El Naif sorumluları ya bulunamıyor ya da hızlı bir dava süreci başlatılmıyor.

Avukatlar, milletvekilleri, aktivistler, bugüne kadar Saab Cafe’nin açık kalmasında etkili oldular. Bundan sonra da dayanışmaya devam etmek gerekiyor. Genel olarak göçmenler meselesinde de halkın büyük çoğunluğunun ırkçı saldırılara, söylemlere prim vermediğini düşünüyorum. Irkçılık karşıtı büyük kitlesel hareketler bu dalgayı geri püskürtecek güce sahip.”

“‘Dükkânı kapatın ve Kızılay’dan gidin’ dediler. ‘Neden?’ diye sorduğumuzda ise ‘Kızılay’da yabancı ve siyah insanları istemiyoruz’ dediler”

Mohamed, “Kafeyi 2019 yılının Ağustos ayında açtık. Pandemi dönemi boyunca kapalı olan kafemizi 2021 Mart ayında tekrar açtık ve çalışmaya başladık. 2021 yılının Ağustos ayında polis baskısıyla karşı karşıya kalmaya başlayıncaya dek herhangi bir sıkıntı yaşamamıştık. Polisler ilk zamanlar sivil olarak gelip evrakları istiyorlardı. Ertesi gün ve sonraki günlerde neredeyse bir aya yakın evrak istemeleri devam etti. Daha sonra esnafları karakola çağırdılar. Kızılay’da bulunan Somalili esnaflar olarak karakolda dört beş saat bekletildikten sonra  ‘Dükkanı kapatın ve Kızılay’dan gidin’ dediler. ‘Neden’ diye sorduğumuzda ise Kızılay’da yabancı ve siyah insanları istemiyoruz’ dediler. ‘Herhangi bir suçumuz yok, kalalım’ dedik fakat bizi dikkate almadılar. Sonrasında gözaltılar ve polis baskıları başladı.  Her defasında bizi dükkânımızı kapatmak, kazandığımız paraya el koymak ve sınır dışı etmekle tehdit ettiler. Tabelamızı defalarca değiştirmek zorunda kaldık. Her defasında değiştirmek zorunda kaldığımız işletmemizin en son tabelası da polisler tarafından zorla beyaza boyandı. O gün orada bulunan Deva Partisi’nden  Mustafa Yeneroğlu ile polis arasında gerginlik yaşandı. Sonraki süreçte de Kızılay’da bulunan yabancılara ait on dokuz işletmenin sahiplerini, ortaklarını gözaltına aldılar. Somalilerin dükkânları tek tek kapatıldı. Kiminin oturma izinleri iptal edildi, kimi farklı ülkelere gönderildi. Hukuki olarak hiçbir dayanakları olmadığı halde sistematik bir hal alan baskılar on bir aydır devam ediyor. Baskın yapıp müşterilerimize kimlik kontrolü yapıyorlar, toplayıp karakola götürüyorlar, sık sık gelip dükkânımızı boşaltıyorlar. Dükkânın önünde ekip otosunu sabitleyip gelen müşteriye, ‘Burası kapalı’ diyorlar vs. 

Biz bu süreçte yetkili birçok kamu kurumuna başvurularımızı yaptık. Mali Kurumlar, Genel Müdürlükler, Vali, Kaymakam… Ulaşabileceğimiz herkese ulaşmaya çalıştık.  Twitter’dan Cumhurbaşkanı’na bir çağrı bile yaptım. İçişleri Bakanlığı’na başvurduk. İlk olarak Eylül ayında Kamu Denetçileri Kurumu’na daha sonra iki defa TİHEK’e başvurduk. Sonra CİMER’e ve Somali Büyükelçiliği’ne başvurduk. Hiçbirisinden maalesef bir yanıt alamadık. Bir yandan yaşananların normal olması ve ‘rutin kontroller’ olarak adlandırılması da üzücü. Hukuki süreçlerimiz devam ediyor. Her başvuru yaptığımız kurumun bu olanları araştırması ricasında bulunduk. Bir yıldır sistematik olarak devam eden baskıların artık son bulmasını ve başvurularımızın bir sonuca varmasını istiyoruz.” dedi.

Yakınımızdaki esnafa gidip gelen yok

2012 yılının Şubat ayından bu yana Türkiye’de yaşayan Mohamed, lisans ve yüksek lisansını da yine burada yapmış. Bu sistematik baskılarla son bir yıldır karşılaştığını, öncesine kadar herhangi bir sorunla karşılaşmadığını belirterek kendilerine yönelik bu ayrımcı tutumun dilleri ve renkleriyle ilgili olduğunu bildiğini ifade etti:

“Yakınımızda esnaf olan yabancı komşularımız da var onlara giden gelen yok. Bir tek bizim dükkânlarımıza yapılıyor tüm bu baskılar. Polisler açık açık ‘Sizi burada istemiyoruz’ diyorlar. Bir dönem Kızılay AVM önünde Somalili olduğunu anladıkları herkesi alıyordu polisler. İster öğrenci olsun ister turist, her ne olursa olsun, ‘Somalili mi? Hah, tamam, arabaya bin’ diyorlardı. Emniyete götürüp birkaç saat bekletip sonrasında ‘Kızılay’a gelmeyin’ deyip salıveriyorlardı. Yaşadığım bu ırkçılık ve ayrımcılığı politik bir tavır olarak görüyorum artık. Gittiğim hiçbir kamu kurumundan sonuç alamamayı da buna bağlıyorum. Politik bir altyapısının olduğunu düşünüyorum. Bir yıldan bu yana sıklıkla evrak kontrolü yapıyorlar ama hukuki açıdan herhangi bir şey, bir eksiklik bulamadılar. Eğer hukuksuz bir işleyiş olsaydı çoktan kapatmış olurlardı. Hep diken üzerindeyiz ve çok huzursuzuz. Mesela herhangi bir yerde polis gördüğümde hep tedirgin oluyorum. Sürekli ‘Rahatsız ederler mi acaba?’ diye düşünüyorum. Ekonomik kaygıların üzerine bir de bize yaşatılan bu ırkçı ve ayrımcı tutumdan dolayı üzgünüm. Artık bundan sonra da iyi olacağına dair fazla bir beklentim yok aslında. Sınır dışı kararını beklemiyordum, çok şaşırdım, inanamadım yani. On bir senedir yaşadığım ülke burası. Böyle 1 gün içinde benim hakkımda bir sınır dışı kararı çıkaracaklarını hiç düşünmezdim.”

0 yorum
1

Yorum Yapın