VEDAT ÖRÜÇ – İstanbul
Türkiye’de sağlık sistemi alarm veriyor. Randevular alınamıyor, ilaçlar bulunamıyor, katkı payı el yakıyor. Sağlık çalışanlarına şiddet vakaları her geçen gün artıyor. Türk Tabipleri Birliği Mayıs ayı verilerine göre 1 yılda 10 bin hekim kamudan istifa etti. Çok sayıda doktor ülkeyi terk etti, yenileri sırada. Hasta ve hekimleri karşı karşıya getiren bu sorun yumağını mercek altına aldık, Adana Şehir Hastanesi’nde bir gün geçirdik.
Merkezi Hekim Randevu Sistemi (MHRS) ve Alo 182 üzerinden randevu bulmak oldukça zor. MHRS sistemi üzerinden İstanbul, İzmir, Ankara, Adana ve Diyarbakır gibi Türkiye’nin farklı merkezlerinde bulunan kamu hastanelerinden randevu talebinde bulununca “Aradığınız klinikte alınabilir uygun randevu bulunamamıştır” yanıtıyla karşılaşıyorsunuz. Özellikle diş hekimliği polikliniklerinde randevu bulmak nerdeyse imkânsız, aylar sonrasına bile randevu bulunamıyor. Onkoloji, dâhiliye, beyin cerrahisi ve kardiyoloji gibi kritik polikliniklerden ise çok ileri tarihlere randevu alınabiliyor.
Kamu hastanelerinde randevu bulamayan yurttaşlar acil servislere başvuruyor. İş yükü daha da artan acil servisler tıkanma noktasına gelmiş durumda. Yıllık ortalama 130 milyon kişinin başvurduğu acil servislerde acil müdahale gerektiren hastalar tedavi olamıyor. Hekimler, acil servislerdeki yoğunluğun sağlık sisteminin iyi organize edilmemesinden kaynaklandığına dikkat çekerek “sağlık sisteminin artık işlemediğini” söylüyor. Doktorlar yoğunluktan dolayı hastalara yetişemiyor. Hastalar 5 dakika gibi kısa sürelerde muayene ediliyor.
Adana Şehir Hastanesi’nde Bir Gün
Adana Şehir Hastanesinin acil servisi, öğle arası olmasına rağmen yoğun. Bir tarafta muayenehane odalarının önüne yığılmış hastalar güvenlik görevlileri tarafından sıraya sokulmaya çalışılıyor, diğer tarafta kayıt için gelenler uzun kuyruklar oluşturuyor. Bekleme süreleri uzun, koltuklarda uyuyakalan hastalar, ağlayan çocuklarla bir kaos görüntüsü hakim… Müşahede odalarında boş yatak olmadığı için bazı hastalar ise koridorda, giriş kabininde sedye üzerinde bekletiliyor. Muayene odasında bayılanlar, uyarılara rağmen maskesiz dolaşanlar var. Hemşireler hastalara yetişebilmek için sedyelerin arasında mekik dokuyor. Konuştuğum hastaların hemen hepsi nitelikli muayene edilmediğinden şikâyetçi. İki aydır kardiyoloji bölümünden randevu alamadığını anlatan bir hasta, göğüs ağrısı artınca kendisini “acile attığını” söylüyor: “Üç gün önce randevu alabildim sonunda, ama muayeneye geldiğimde doktorun olmadığını söylediler, muayene olmadan eve geri döndüm. Durumum kötüleşince acile geldim. Kaç gündür acile gelip gidiyorum henüz bir teşhis konmadı, ilaç yazıp gönderiyorlar. Neyim var diye soruyorum, polikliniğe yönlendiriyorlar. Randevu alabilsem gideceğim ama randevu bulamıyorum”.
“Beş dakika nasıl yetsin muayene olmaya”
Baş ağrısı ve mide bulantısı şikâyetiyle acile geldiğini söyleyen başka bir hasta ise, bir haftadır randevu almak için uğraştığını ama alamadığını belirterek “Ağrıdan dayanamıyorum artık. Verilen ilaçlar fayda etmiyor, mecburen kendimi buraya attım. Randevu alamıyoruz diye ölelim mi?” diye soruyor. Kısa muayene sürelerine tepki gösteren hasta, “Acillerde derdimizi anlatamıyoruz, hiç muayene etmeden ya ilaç yazıyorlar ya da tahlil için başka yere yönlendiriyorlar. 5 dakika nasıl yetsin muayene olmaya” diyor.
“Günde 300 hasta muayene etmek zorunda kalıyorum”
Acil servisinde çalışan bir hekim ise acile rutin şikâyetleri için gelenlerin olduğunu ve bu hastaların yüzde 90’nın acillik olmadığını anlatarak “Tek başıma günde 200-300 hastayı muayene etmek zorunda kalıyorum” dedi. Devam eden baş ağrısı, kol uyuşması gibi şikâyetler ya da ilaç yazdırma talebi için polikliniğe gidilmesi gerektiğini dile getiren hekim, “Aslında hastalarımız da haklı. Randevu alamadıkları için acil servisine gelmek zorunda kalıyorlar” diyerek bu yoğunluğun azalması için yeni bir sağlık programının oluşturulması gerektiğini söylüyor.
Sağlık sisteminde yaşanan tıkanmanın sorumlusunun hekim ve sağlık çalışanları gibi gösterilmeye çalışıldığını belirten başka bir acil servis hekimi, hastanelerdeki aşırı yoğunluktan dolayı hekim-hasta ilişkisinin bozulduğuna dikkat çekiyor: “Dünyanın hiçbir ülkesinde polikliniklerde bir hekim 100’den fazla hasta bakamaz, ama bizler bakmak zorunda bırakılıyoruz. Dünya Sağlık Örgütü hastalara en az 20 dakika ayrılması gerektiğini bildirmiştir. Aynı şekilde acil servislere bir günde bin-iki bin hasta gelmez. Dolayısıyla hasta haklı olarak 30 saniyelik muayeneyle kendisine ilaç yazılmasından huzursuz.” Üç yüz hasta bakan bir doktora “Niye hastayı yeterince muayene etmedin?” diye sormanın yersiz olacağını dile getiren hekim, “İşlemeyen, tökezleyen sistemin aksaklıklarının sağlık çalışanlarının omuzlarına yüklenmesi nedeniyle şiddet ve saldırılar arttı. ‘Sistem iyi, ama uygulamada sorunlar’ denilerek hekimler hedef haline getirildi. Örneğin, bilgisayar sistemiyle çalışıyoruz. Bir aksama 10 kişilik sıranın 50’ye çıkmasına neden oluyor. Bu da gerilimi artırıp hastaları bırakın muayene etmeyi, nitelikli bir iletişim kurmamızı engelliyor. Günde 300 hasta bakan hekimin kafayı kaldırıp hastaya bakmaya bile mecali kalmıyor. Dolayısıyla hasta biraz bekleyince bu sefer hasta ve yakınları acillerde olay çıkarıyor. Hekim ve sağlık çalışanlarına sözlü veya fiziksel saldırarak, şiddet uyguluyorlar” diye konuştu.
Can güvenliği olmadığı için hekimler yurtdışına göç ediyor
Sağlıkta yaşanan krizin en önemli nedenlerinden biri de kuşkusuz hekimlerin göçü. Sağlıktaki en büyük insan kaynaklarından biri olan hekimlerin, şiddet ve zorlu çalışma şartları nedeniyle yurt dışını tercih etmesi hastanelerde personel yetersizliği yaratıyor. Türk Tabipleri Birliği’nin 3 Ağustos’ta yayımladığı verilere göre, Temmuz’da 231 hekim, yurt dışında çalışma vizesi sayılan iyi hâl belgesi aldı. 2022’nin yedi aylık sürecinde bu belgeyi alarak yurt dışına göçmeye hazırlanan hekim sayısı 1402’ye ulaştı. Böylece, 2022’nin ilk yedi ayında 2021’in tamamında iyi hâl belgesi alan hekim sayısı yakalanmış oldu. Adana’daki bir acil tıp uzmanı da yurt dışına gitme hazırlığında. Asistanların uzman olur olmaz yurt dışına gitmeyi konuşmaya başladıklarını söyleyen hekim, artan sağlıkta şiddet olaylarına dikkat çekerek çalışırken kendini güvende hissetmediğini, “Bugün şiddete uğrayacak mıyım?” kaygısıyla hastalarına baktığını dile getiriyor: “Ben kaygıyla hareket etmeden doğru tedavi yapmak istiyorum. Hem hastalar bize güvenini kaybetti hem biz hastalarımıza olan hassasiyetimizi kaybettik.”
“Hastaneler hekimsiz kalıyor”
Hekimlerin azalması, sevk sisteminin kaldırılması, randevu bulamayan yurttaşların acillere yönelmesi, acillerin ücretsiz olması gibi nedenlerden dolayı Eylül ayından sonra acil servislerinde yoğunluğun daha da artacağına vurgu yapan hekimler, sağlık sisteminde yaşanan krize doktor ve hastanelerin kapasite yetersizliğini kaynak olarak gösteriyor. Çukurova Üniversitesi Balcalı Eğitim ve Araştırma Hastanesinde Aile Hekimi Uzmanı olan Dr. Ersin Akpınar da aile sağlığı merkezlerinin (ASM) ve branş polikliniklerinin yeterli olmaması, hastaların randevu bulamaması nedeniyle acil servislerde daha fazla hasta yoğunlaştığını söylüyor. Bu yüzden Türkiye’de iki hastadan birinin acil servislerde muayene olduğu bilgisini veren Dr. Akpınar “Nüfusumuzun 80-85 milyon olduğunu kabul edersek, 130- 135 milyon kişi yıllık acil servis başvurusu dünya rekorudur. Türkiye’de sağlık sistemi acil üzerinden döndürülmeye çalışılıyor” dedi.
Haziran ayından yayımlanan Sağlık İstatistikleri Yıllığı 2020 verilerine göre, Türkiye’de 88 bin 127’si uzman olmak üzere 171 bin 259 doktor bulunuyor. Her 100 bin kişiye 205 doktor ve 105 uzman doktor düşüyor. Bu, Türkiye ile birlikte 38 üyeli Ekonomik İşbirliği ve Geliştirme Örgütü (OECD) ortalamasının altında. OECD ortalamasında her 100 bin kişiye 356 doktor düşüyor. Hastane kapasiteleri de bu durumdan muaf değil, her geçen yıl yatak kapasitesi artsa da hala nüfusun çok gerisinde. Sağlık Bakanlığı’nın yayınladığı son verilere göre 2020 yılında kamu, özel ve üniversite hastanelerinde toplamda 251 bin 182 yatak kapasitesi bulunuyor. Sağlık hizmetlerinde yaşanan personel açığının ulaştığı boyuta dikkat çeken Akpınar, “Gidişat kötü. ‘Nasıl randevu bulamam’ sesleri daha da artacak” diyor. Yurt dışına gitmek için TTB’den belge alan hekim sayında hızlı bir yükseliş olduğunu hatırlatan Akpınar, “Riskli branşlar artık tercih edilmemeye başlandı. Kimse beyin cerrahı olmak istemiyor. Hiçbir karşılığı yok çünkü. Hekimler hızlı şekilde sistemden çıkıyor. Özelikle Covid-19 salgını sırasında getirilen istifa yasağının kalkmasının ardından emekliye ayrılan ve istifa eden doktor sayısı yaklaşık 10 bine ulaşmıştır. Dolayısıyla hastaneler hekimsiz kalıyor” diye konuştu.
“Sağlıkta çöküş hükümetin yatırımlarından başlıyor”
Türk Tabipleri Birliği (TTB) İstanbul Şube Başkanı Prof. Dr. Nergis Erdoğan sağlık sisteminde yaşanan krizin “sağlıkta dönüşüm programının” bir sonucu olduğunu söylüyor. Sağlıkta dönüşüm programıyla hastanelerin özelleştirildiğini belirten Dr. Erdoğan, toplum sağlığı yerine kâr önceleyen bir sağlık sistemi oluşturulduğuna vurgu yaparak kamu hastanelerine yeteri kadar yatırım yapılmadığını anlatıyor: “Bugün yaşananlar on beş yıl öncesinden Türk Tabipleri Birliği ve Tabip Odaları tarafından yüzlerce kez dile getirildi. Sorun çok boyutlu ve derin. En temel saik sağlıkta özelleşme ve piyasalaşma yani sağlığın piyasaya devredilmesi. Sağlıkta dönüşüm, daha doğru ifadeyle çöküş, hükümetin yatırımlarından başlıyor. Sağlık Bakanlığı Sağlık İstatistikleri Yıllığından da görebileceğiniz gibi yatırım ve teşvik özel hastanelere yönelik. 2002-2017 yılları arasında Sağlık Bakanlığı’na bağlı hastane sayısı %13,6, Üniversite hastane sayısı %36,0 artarken Özel hastane sayısı on katından fazla artmış (%110,7) durumda, son derece açık seçik bir tablo bu.”
“Her gün 6-7 hekim kamudan istifa ediyor”
Sağlık sisteminin özelleştirilmesinin hekimlerin çalışama koşuşlarını ağırlaştırdığını belirten Dr. Erdoğan, hekimlerin artık kamu hastanelerinde çalışmak istemediğini ifade ederek “Her gün 6-7 hekim istifa ederek ya yurtdışına göç ediyor ya da özel hastanelerde çalışmaya başlıyor” dedi. Özelleştirilen kamu hastanelerinde performans adı altında hekimlerin ve sağlık çalışanlarının güvencesiz çalıştırıldığının altını çizen Dr. Erdoğan şöyle konuştu: “Kaldırılamaz bir iş yükü ve yardımcı eleman açısından desteksiz çalışma söz konusu. Neden? Çünkü özel hastaneleri teşvik eden anlayış, vatandaşı ‘özel hastanelerde SGK desteği var’ söylemiyle özel hastanelere yönlendirmeye çalıştı. Ama amacı kârını maksimize etmek olan özel hastaneler elbette SGK ödemesinin birkaç katı ek ödeme talep ettiği için insanların büyük çoğunluğu oralardan hizmet alamaz durumda. Yine kamuya yönelmek zorunda. Oysa kamudaki hastane artışı özellerin neredeyse onda biri düzeyinde. Yani kamu hastanelerinde artık kaldırılamaz bir yük oluşmuş durumda.”
“Asıl sorun, işlemeyen sağlık sistemi”
Hastane kapasitelerinin ve doktor sayısının aslında yeterli olduğunun, asıl sorunun işlemeyen sağlık sistemi olduğunun altını çizen Türk Tabipleri Birliği (TTB) Merkez Konsey Başkanı Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı ise sağlık sisteminin halk sağlığı çıkarına göre değil, sermayenin birikimine göre organize edildiğini söylüyor. Kışkırtılmış bir sağlık talebi yaratıldığını belirten Dr. Fincancı, “Bu talep karşılığında hekimlere performans sistemi getirilerek 5 dakikada muayene sözü verildi. Ama bu performans sistemi hekimlerin, sağlık çalışanlarının ekonomik koşullarına bir katkı sağlamaktan çok uzaklaştı” diyor. Dr. Fincancı, performans sisteminin daha fazla hasta muayene eden bir yapıya dönüştüğüne dikkat çekerek sermaye birikimi için işleyen bir sağlık sistemi olduğunu anlattı: “Daha fazla hasta muayene etmek için muayene süreleri sınırlandırıldı. Muayene sürelerinin sınırlandırılması, derdine çare bulamayan bir toplumu ortaya çıkardı. Çünkü birkaç dakikalık süreler hastayı muayene etmeye yetecek süreler değil. Hekimler bununla başa çıkmak için hastalardan daha fazla tetkik istemek zorunda kaldı. Dolayısıyla sermaye kendi birikimini artırabilecek araçların tamamını kullanmış oldu, daha fazla tetkik, daha fazla hastayla.”
Sağlık üreten değil, hastalık üreten bir sistemle karşı karşıyız
Koruyucu sağlık hizmetlerinin ortadan kaldırıldığını belirten Dr. Fincancı, sağlık üreten değil, hastalık üreten bir sistemle karşı karşıya olunduğunu söyledi. Yaratılan sağlık sisteminin hastalıktan beslendiğini ifade eden Dr. Fincancı, sermayenin kamu sağlığı anlayışını “Sağlık sistemi koruyamadığı vatandaşı hastalandırıyor. Sistemde bundan besleniyor. Çünkü birikim sağlıyor ve sermayenin çıkarına bir durum yaratıyor” diye özetledi. Sağlık sisteminin tıkandığına ve içinden çıkmaz bir sarmala doğru yöneldiğine dikkat çeken Dr. Fincancı, sermaye çıkarı için sağlık çalışanları ve hekimleri üzerine yüklenen ağır yükleri ise şöyle anlattı: “Sağlık sistemi üzerinde oluşan ağır yükün faturası sağlık çalışanlarına ve hekimlere kesiliyor. İlk gözden çıkarılanlar da sağlık çalışanları oluyor. Onların emeğini giderek ucuzlatan, değersizleştiren bir sistemle karşı karşıyayız. Bu değersizleştirmenin bir yönü de şiddet üretimi aynı zamanda. Çünkü sağlık otoritesi, kamu otoritesi aradan çekilip sanki hastanın randevu alamamasının sorumlusu sağlık çalışanları ve hekimlermiş gibi bir görüntü ortaya çıkarıyor. Karşı karşıya olanlar da hastalar ve sağlık çalışanları. Hasta karşısında gördüğünü sorumlu kılıyor, bu içinden çıkılmaz durumun. Dolayısıyla bu da sağlıkta şiddetti tetikleyen unsurlardan biri oluyor. İşte bu nedenle hekimler bu sitemden uzaklaşıyor. Yani bu koşullar, bu kadar uzun saatler, yoğun çalışma tüketmeye başlayınca sağlık çalışanlarının sistemden uzaklaşarak başka ülkelere göç etmesine neden oluyor.”
“Yeterli aile hekimi yok”
Türkiye’deki sağlık sisteminin özel hastaneler üzerinden kurgulandığını belirten Aile Hekimleri Dernekleri Federasyonu Başkanı Dr. Kemal Noyan, halk sağlığının popülist politikalara kurban edildiğini, bu nedenle koruyucu sağlık hizmetine yeteri kadar kaynak aktarılmadığını söylüyor. Sağlık bütçesine ayrılan payın büyük bir kısmının tedavi edici sağlık hizmetlerinden ziyade temel koruyucu sağlık hizmetine aktarılması gerektiğinin altını çizen Dr. Noyan, mevcut şartlarda halkın tamamının sağlık hizmetinden yararlanamadığına dikkat çekiyor: “84 milyon kişinin tamamının hastanelerden sağlık hizmetini almaları mümkün değildir. Peki, bu neden ülkemizde yapılıyor? Çünkü koruyucu sağılık hizmetleri öncelenmiyor. Devlet şehir hastanelerinde, devlet hastanelerinde ve özel hastanelerde kaynak ayırma noktasında maalesef sevk zinciri uygulanmamaktadır. Diğer taraftan birinci basamakta yani aile hekimleri sisteminin ihtiyaçları uzun zamandır görülmemektedir. Kör, sağır ve bilgisiz bir sağlık politikası uygulanmaktadır. Yeterli aile hekimi yok maalesef. Avrupa’da bir aile hekimi başına 1000- 1500 nüfus düşmekteyken Türkiye’de bu 3 bin ile 4 bin arasındadır. Yani bizim 3 bin rakamını bin 500’e indirebilmemiz için 30 bin olan aile hekimi sayısını 60 bin yapmamız lazım ki bin, bin 500 düşürebilelim.”
“İdeal sağlık sistemi sevk zincirinden geçer”
Hekim açığının asistanlarla kapatıldığına değinen Dr. Noyan, Türkiye’de bir doktor yetersizliğinin olduğunu fakat hükümetin doktor sayısını artırmak yerine asistan hekimlere öncelik tanıdığını anlatıyor. Asistan sayılarının binlerden 10 binlere çıkarıldığını ifade eden Dr. Noyan, “Planlamada hata yapılıyor. Türkiye’de öncelikli hekim ihtiyacı birinci basamak aile hekimliği ihtiyacıdır. Birinci basamaktaki hekim ihtiyaçları doldurulmadan ikinci ve üçüncü basamaktaki hekim ihtiyaçlarına yönelik bir politika belirlediği zaman sevk zincirini oturtma şansınız yok” diye konuştu.
“Hastanelerde yaşanan yığılmanın yegâne sebebi yanlış uygulanan sağlık politikasıdır” sözleriyle hükümeti eleştiren Dr. Noyan, tıkanan sağlık sisteminin çözümünü şöyle özetliyor: “Öncelikle şunu belirtmeliyim ki, sağlık sistemi evrensel anlamda standarttır. Yani dünyanın her yerinde ideal sağlık sistemi bellidir. Bunun da yolu sevk zincirinden geçer. Yani bir kişi hasta olduğu zaman öncelikle aile hekimliğinden randevu alır. Birinci basamak sağlık hizmeti, yani kişiye yönelik sağlık hizmeti sunacak olan aile hekimleri, aile sağlık merkezleri kişiye sağlık hizmeti sunar. Eğer özellikli bir durumsa ikinci basamağa sevk eder. Yine ikinci basamak özellikli bir durum tespit ederse üçüncü basamağa sevk eder. Temel sağlık hizmetlerini ve koruyucu hekimliği öncelemeyen sağlık politikaları ise kısa ve orta vadede mali anlamda yetersiz kalacaktır. Ve kendini bir şekilde karşılayamayacak duruma gelecektir. Türkiye’de şu anda yaşanmış olan durum plansız sağlık hizmetlerinin sonucudur. Dolayısıyla hastanelerin ihtiyacı temel sağlık hizmetlerine verilmeyen öncelikten kaynaklı olarak tıkanmaktadır.”