Anasayfa Dünyadan Saklı Hikâyeler Halıdan Hayata Yarım Kalan Yaşamlar

Halıdan Hayata Yarım Kalan Yaşamlar

, admin

SEDA BELKIS – İstanbul

İKSV tarafından düzenlenen 17. İstanbul Bienali 17 Eylül–20 Kasım tarihlerinde arasında gerçekleştirildi. Bienal mekânları, Zeytinburnu, Fatih, Kadıköy ve Beyoğlu’ndaki sergi salonlarının yanı sıra kitapçılar, sahaflar, hastaneler, kafeler, metro durakları ve hatta bir radyo istasyonu oldu. Kadıköy’deki Müze Gazhane de Bienal mekânlarından biriydi. 

Müze Gazhane: Anadolu Yakası’nın Gaz Tedarikinden Kültür Merkezine 

Günümüzde kültür merkezi olarak kullanılan Gazhane, 1892 yılında İstanbul Anadolu Yakası’nın gaz tedarikini karşılamak için kuruldu. O zamanlar, İstanbul’daki dört gazhaneden biri olan Gazhane, şehrin elektrik ihtiyacını 1993’ e kadar karşılamaya devam etti. Fakat 1993’te doğalgaza geçilince ve elektrik başka yerlerden karşılanmaya başlayınca buraya ihtiyaç kalmadı ve kapandı. 1994’te ise kalan parçalara söküm, gazhaneye de yıkım kararı verildi. Semt sakinleriyle sivil toplum örgütleri büyük bir direniş göstererek bu kararı iptal ettirdi. Böylece gazhane SİT alanı ilan edildi.

Afife Batur’un mimarlık danışmanlığını yaptığı, Gülsün Tanyeli ve Kani Kuzucular’ın yürütücülüğünü üstlendiği restorasyon çalışmaları 2021’de tamamlandı. Bu alan, 2021’den beri İstanbul’un kültür sanat merkezi olarak hizmet veriyor.

Bu yıl, ilk defa Müze Gazhane, 17. İstanbul Bienali’nde sanatseverleri buluşturan mekânlardan biri oldu. Mekânda Bienal kapsamında birçok sanat eseri, gösteri ve etkinlikler düzenlendi. “Yerinden Edilme Hali: Dolaşık Topografyalar” da Müze Gazhane’de sergilenen eserlerden biri oldu. 

Yerinden Edilme Hali: Dolaşık Topografyalar

Kardeş kolektifler olan Arazi Kolektifi ve Topografik Atlas 2017 yılından beri iş birliği yapıyor. Çok disiplinli araştırmalar ve eylemler için birlikte çalışıyorlar. 

Sergi, Küresel Güney’deki ve gelişmekte olan ülkelerdeki yerinden edilmiş ve mülksüzleştirilmiş canlı ve cansız varlıkları görsel anlatımla seyirciyle buluşturdu. 

Sergi ekstraktif kapitalizmin, yani kaynakların insan ve insan olmayan bütün varlıkların mutlak tüketimi vasıtasıyla kâr elde edilmesine dayalı kapitalizmin ve jeonto-iktidarının yani coğrafyanın iktidar üzerindeki etkisinin, Pakistan, Hindistan ve Türkiye gibi karışık topografyalardaki etkilerini inceledi. Bu incelemeyi yaparken araştırma ve bilgi üretimini sanatla harmanladı. Oluşturulan harmanla alternatif direniş toplulukları yaratmayı da amaçladı. 

Bu seneki Bienal kapsamında videolar, fotoğraflar, çizimler, eleştirel haritalar, bahsi geçen bölgelerden getirilen ürünler seçkide yer aldı. Seçkinin amacı, felaketler yaşamış ve halen yaşamaya devam eden toplulukları, canlı varlıkları, belki de her gün önünden geçtiğimiz fakat görmediğimiz cansız nesneleri görünür kılmaktı.

Bu bölümde bulunan videoda, Dicle Nehri kıyısında hiçbir güvencesi olmadan çalışan kadınları, türlü sebeplerle kaçak şekilde hayatını sürdürmeye çalışan göçmenleri, Pakistan’da balıkçı teknelerinde yaşamaya çalışan insanları izledik. Video, ses, fotoğraf gibi medyumlarla birlikte eleştirel haritaları da kullanmayı tercih ettiler.

Türkiye’nin karışık bir topografya bölgesi olan Mardin’in Dara bölgesini anlatan eleştirel harita. Fotoğraf: Seda Belkıs.
Türkiye’nin bir diğer karışık topografya bölgesi olan Diyarbakır’dan getirilmiş buğdaylar, başaklar, testiler. Fotoğraf: Seda Belkıs.

Odanın en etkileyici kısmı yarım kalmış dokuma halıydı. Bu halı Pakistanlı göçmenler tarafından dokundu. Üzerindeki desen Pakistan-İngiltere arasındaki göç yolunun haritalandırılmış halidir. Fakat yerinden edilme durumlarından dolayı halıyı tamamlayamadılar. Yarım bırakmak zorunda kaldılar.

Pakistanlı göçmenler tarafından dokunan, Pakistan-İngiltere arasındaki göç yolunu haritalandıran halı. Fotoğraf: Seda Belkıs.

Yarım kalan halı, yerinden edilme halinin insan yaşamını nasıl da yarım bıraktığını gözler önüne sermektedir. İnsanlar sadece savaş, çatışma gibi sebepler yüzünden değil, ekonomik krizler, yaşam şartlarının ağırlığı, güvenliksiz ortam, adaletsiz hukuk sistemi gibi sebeplerle de göç etmek zorunda kalır. 

İnsanlar “güvenli ve yaşanabilir” bir hayat arzusu için göç yollarının tekinsizliğini bile göze almaktadır. Birçok insan, maalesef, yeni hayatına kavuşamadan, göç yolunda yaşamını kaybetmektedir. 

İstedikleri ülkelere ulaşan insanlarınsa bu kez de orada yaşam mücadelesi başlamaktadır. Alışılmaya çalışılan yeni ortam, yeni iş, yeni kurallar, yabancılığın verdiği his kendi memleketlerine olan hasretlerini artırır. Bütün bunlara insanın kendi ana diliyle konuşma özlemi de eklenir. Bu özlem her şeyden ağır basmaktadır. Çünkü insan, göçmenken en çok kendi diliyle konuşmayı özler. Bir göçmen, yeni yaşam yerinin dilini ne kadar iyi bilirse bilsin, yaşadığı yer ne kadar güvenli, standartları yüksek olursa olsun, kendi dilinde duygularını anlatamadığı müddetçe, istediği gibi anlaşılamayacağını düşünebilir. Ve bu his kritik anlarda ortaya çıkar. Örneğin, bir hastaneye yolu düştüğünde… Dünyanın en iyi hastanesi ve doktoru da olsa  insan anadilinde kendini ifade edemeyince hiç kimse acısını anlamayacak zanneder. Böylece göç edenler, onları yerinden eden sebeplere hüzünlenir. Ta ki, kendi yurdunda yaşayamaz halde ve yabancıymış gibi olduğu hissini hatırlayana kadar. İnsan, ait olmadığı yerde yabancı olduğunun farkına varınca, durumunu daha kolay kabullenir. 

İşte Bienal’in bu bölümü de kısaca göçmenliği, göç sebeplerini, zorunlu göçün insandan götürdüklerini, göçle birlikte kültürün değişime uğramasını, göç yollarının güvenli hale getirilmesinin önemini, göçün iyi ve kötü etkilerini tartışmaya açma işlevi görmüştür.

0 yorum
10

Yorum Yapın