HATİCE AKTAY – Ankara
İklim krizi dünyada yaşayan tüm canlıların ortak sorunu. Ancak Selen Doğan, iklim krizini engellilerin daha da yoğun şekilde hissettiğini dile getiriyor. Çünkü engellilerin iklim krizi ile başa çıkma kapasiteleri daha sınırlı ve iklilm krizinin yarattığı ek sorunlarla engellilerin nasıl başa çıkabileceğine dair uyum stratejileri üzerinde çok az düşünülüyor. Konuyu Engelli Çocuk Hakları Ağı’nda Kalite Yönetimi Uzmanı olarak görev yapan Selen Doğan ile konuştuk.
BM İnsan Hakları Konseyi engellilerin “acil afet durumlarından en kötü etkilenen” gruplar arasında olduğunu açıkladı. Konsey’e göre iklim krizi nedeniyle orman yangınları ve seller gibi afetler artacak. İklim krizinin yarattığı ek sorunlarla başa çıkmaları için engellilere yönelik önlemler alınıp alınmadığı konusunu Selen Doğan ile konuştuk.
Selen Doğan bir iletişimci ve insan hakları savunucusu. Kadınların ve kız çocuklarının güçlenmesi için çalışan Uçan Süpürge Kadın İletişim ve Araştırma Derneği’nin yönetim kurulu başkanlığını yürütüyor. Aynı zamanda Engelli Çocuk Hakları Ağı’nda Kalite Yönetimi Uzmanı olarak görev yapıyor. Çocuk evlilikleri, hak temelli medya okuryazarlığı, engelliliğin toplumsal cinsiyeti, sağlamcılık ve kesişimsel ayrımcılık gibi konularda çalışmalarını sürdüren Selen Doğan, bize iklim krizi ile engelliler arasındaki üzerine pek düşünülmeyen ilişkiyi anlattı.
İklim krizi engellilerin de gündeminde mi?
Kaba bir tahminle, dünya insan nüfusunun yüzde 15’i engelli. Diğer bir deyişle, gezegenimizde yaşayan insanların bir milyardan fazlasını engelli kişiler oluşturuyor. Buna rağmen engelliler iklim krizinde de en görünmezler arasında; krizin etkileriyle başa çıkma kapasitelerini şekillendiren faktörler veya iklim değişikliğine uyum sağlama girişimlerinden nasıl etkilenebilecekleri ya da iklim direncini artırmaya katkıları hakkında çok az şey biliniyor. Çünkü ana politikalardan dışlanıyor, karar süreçlerinde yer alamıyor, sosyal politikaların kurgulanması ve uygulanmasında etkin bir aktör olarak değil edilgen bir kesim olarak görülüyorlar. İklim tartışmalarının dışında kalmalarının bir nedeni bu. Diğer bir neden de bana göre engelli hareketinin eril karakteri. Kadın katılımını eşitlik temelinde sağlamayan, halen çoğunluğunu merhamet temelli örgütlenmelerin oluşturduğu ve dolayısıyla savunuculuğun da ağırlıklı olarak yardım talebiyle yürütüldüğü bir harekette iklim de bir çalışma alanı olarak öne çıkamıyor. İnsan haklarını gözeten, toplumsal cinsiyet eşitliği bakış açısıyla proje ve programlar geliştiren engelli örgütleri elbette var, ama onların çabası bile engelli hareketinin kapsayıcılığını sağlamaya bazen yetmiyor.
Engelliler iklim krizinden nasıl etkileniyor ve bununla mücadele edebiliyor mu?
İklim değişikliği, daha yüksek ortam sıcaklıkları, yüksek hava kirleticileri ve sıcak hava dalgaları, sel, kasırga ve orman yangınları gibi aşırı hava olaylarına maruz kalma nedeniyle engelli kişilerin sağlık hakkını doğrudan ve orantısız bir şekilde tehdit ediyor. Kapsayıcı planlama, erişilebilir bilgi, erken uyarı sistemleri, ulaşım ve kurumlar içinde ve bireyler arasındaki ayrımcı tutumlar nedeniyle, doğal felaketlerinde engellilerin hayatını kaybetmesi riski, engelli olmayanlara göre dört kat daha fazla. Örneğin deprem, sağlık hizmetlerine, ilaca, oksijene, tıbbi cihazlara ve rehabilitasyona erişimi de kesintiye uğratıyor. Aşırı sıcaklar, ruh sağlığı rahatsızlıkları, kardiyorespiratuar sorunlar ve diğer birçok engel durumu olan bireyler için acil yardıma daha çok ihtiyaç duymak demek.
Yine, önceden var olan psikososyal engeller, sıcak hava dalgaları sırasında ölüm riskini üç katına çıkarıyor. Yüksek ortam sıcaklıkları aynı zamanda, multipl sklerozlu kişiler gibi sıcaklık duyarlılığından etkilenen bireylerin sağlığını olumsuz etkiliyor. Antidepresanlar da dahil olmak üzere çok sayıda ilaç, zihinsel ve fiziksel engelli kişilerin termoregülasyonunu yani vücut sıcaklığını belli bir seviyede tutma kabiliyetini olumsuz etkileyebiliyor. Küresel ısınma kardiyovasküler, solunum ve böbrek hastalıklarında artışa neden oluyor ve bu hastalıklar dumanla da harekete geçiyor yani orman yangınları. Ana yola 50 metreden daha yakında oturan kişilerde trafik ve dolayısıyla yoğun hava kirliliği nedeniyle romatoid artrit riski yüzde 31 daha fazla.
Kirli havanın Multipl Skleroz (MS) ile de ilişkisi kanıtlanmış; kirli hava parçacıkları bu hastalığı ortaya çıkaran etkenleri yüzde 8 oranında artırıyor. Bunlar gibi onlarca örnek sayabiliriz. Tehlikeli uzun süreli sıcak hava dalgaları ve güçlü aşırı hava olaylarından yıkıcı orman yangınlarına ve birçok bulaşıcı hastalığın yayılmasına kadar, iklim değişikliği sağlığa yönelik tehditleri şiddetlendirmeye ve yenilerini ortaya çıkarmaya devam edecek. Uluslararası Engelliler Birliği’nden (IDA) Vladimir Cuk geçen yıl yayınladıkları bir bildiride şöyle demişti: “Sel, kasırga veya sıcak hava dalgaları gibi afetler meydana geldiğinde, engelli kişiler genellikle yardım planlarının dışında bırakılır. İklim azaltım planlarının engelliler açısından sonuçları dikkate alınmadan kabul edildiğini görüyoruz. Tüm bunlar, iklim karar vericileri için bizim var olmadığımız anlamına geliyor.” İsveç devleti iklime dair risk analizi yapıyor ve diyor ki; kalp sorunları, akciğer hastalıkları, böbrek hastalıkları, diyabet ve zihinsel engelliler sıcaklık 14 santigrat dereceyi geçtiğinde daha yüksek ölüm riski altında.
İklim değişikliğine bağlı olumsuz koşullar, engellilerin gündelik yaşamında var olan sağlık sorunlarına yenilerini ekliyor diyorsunuz. Peki, bütün bunları engelli kadınlar da benzer biçimde mi deneyimliyor? İklim krizi herkesi aynı düzeyde etkilemiyor değil mi?
Hayır, tüm olağanüstü koşullar kadınları ve erkekleri farklı biçimlerde etkiler. Çatışmalı ortamları, işgalleri, göçleri, yerinden edilmeyi düşünün; kadınlar ve kız çocukların bu gibi durumlarda karşılaştıkları şiddet ve ayrımcılıklar, ihtiyaç duyacağı destekler erkeklerinkinden farklıdır. İklim olaylarında da aynısı geçerli. Engellilik varsa daha da karmaşık! İklim değişikliği yetersiz beslenme, su güvensizliği, strese bağlı psikiyatrik bozukluklar riskini artırır ve bulaşıcı hastalıkların coğrafi dağılımını değiştirir. İklim değişikliği, sağlık hizmetlerine erişim eksikliği ve yoksulluk ve eğitime, istihdama veya yeterli barınmaya erişim güçlüğü gibi sağlığın sosyal belirleyicilerine daha fazla maruz kalmaları nedeniyle engelli insanlar üzerinde orantısız etkilerle mevcut eşitsizlikleri şiddetlendiriyor. Çocuklar ve yaşlılar gibi belirli gruplara ait olmaktan kaynaklanan çoklu ayrımcılığın kesişen biçimlerini engelli kadınlar da deneyimliyor. COVID-19 pandemisi bunun en çarpıcı örneklerini vermişti hatırlarsanız, bu eşitsizlikleri yoğunlaştırmıştı.
Toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin sonuçları iklime bağlı krizlerle birleştiğinde kadınları daha da dezavantajlı hale getiriyor diyebilir miyiz?
Kesinlikle öyle. Kadınlar tüm dünyada işlerin üçte ikisini yaptıkları halde küresel gelirden aldıkları pay halen tek haneli rakamlarda! Kırsal alanda kadınların yaşama katılımı toprak işlerine bağlı; örneğin buğdayı eken, biçen, öğüten, ateşe odunu taşıyan, suyu tedarik eden, maya üreten, ekmeği pişiren, ev halkını onunla doyuran ve devamındaki işleri de yapan, kadınlar. Tarım alanları hükümet politikalarıyla olduğu kadar iklime bağlı koşullarla da işlenemez hale geldiğinde kıtlık kadınların yükünü ağırlaştırıyor. Toplumsal cinsiyet rolleri evdeki hasta, engelli, bebek veya yaşlının bakımıyla kadınları yükümlü kılıyor, üstüne bir de çevresel krizler eklendiğinde kadınlar ve kız çocuklar için nefes alacak bir alan kalmıyor. Engelli kadınlar açısından da farklı olduğunu düşünmüyorum. Ev içi bakım emeği engelli olsa da olmasa da kadınlara özgülenmiş durumda.
“İklim değişikliğini yerkürenin kaderi olarak göremeyiz; bu, insan türünün kâr hırsı, eril rekabetçiliği ve tabiatı yağmalamayı hak görmesinin sebep olduğu bir kriz. Doğa felaketlerine bu nedenle ‘doğal afet’ dememeyi seçiyorum.” |
Bir söyleşide, doğayı ve yaşanabilir çevreyi korumak için savunuculuk yapan gruplarda engelli farkındalığının da olması gerektiğine dikkat çekmiştiniz. Bunu biraz açar mısınız?
Plastik pipet örneğini vermiştim evet. Sürdürülebilir bir çevre için plastik kullanımının sınırlandırılması yönündeki çabaları elbette anlamlı buluyorum çünkü doğayı en çok kirleten madde o. Fakat bir alanda savunduğumuz hak ve hukukun, bir başka kesimde nasıl bir hak ihlali yaratacağını da hesaba katmak zorundayız. Bazı nadir hastalıklar veya kazalar sonucu ellerini ve kollarını kullanamayan, başkasının yardımıyla beslenebilen kişiler için pipet lüzumlu bir nesne. Denebilir ki, plastik yerine kağıt veya metal pipetler kullansınlar; bu bir çözüm değil çünkü hem daha pahalı hem de örneğin metal pipetlerin sebep olduğu ölümcül ev kazaları var kayıtlarda. Bir başka örnek olarak SMA’lı çocukların nefes almasını sağlayan trakeostomi kanülü verilebilir. Başka pek çok örnek de olabilir. Plastik kullanımını yasaklamak bunlar gibi hayatta kalmayı sağlayan nesnelere erişim sorunu demektir ve bu da yaşam hakkının ihlali anlamına gelir. Yerkürede her gün milyonlarcası çöpe atılan plastik su şişeleri ile yaşamak için gerekli olan plastik ürünler arasında bir fark olmalı. Karbon-yoğun ürünlerin yasaklanması gibi, karbon emisyonlarını azaltmaya yönelik politikalar genellikle engelli toplumunun hakları ve ihtiyaçları dikkate alınmadan tasarlanıyor. Tek kullanımlık plastiğin yasaklanması, eko-sağlamcılığın bir örneğidir. İronik ama, iklim değişikliğinden dolayı en fazla risk altında olan engelliler, düşük gelirli ülkelerde yaşayan 800 milyon engelli de dahil olmak üzere sera gazlarına en az katkıda bulunanlar! Paris Anlaşması yükümlülüklerine uymayan veya engelliliği iklim değişikliğini hafifletme ve uyum çabalarından dışlayan devletler, Birleşmiş Milletler Engelli Hakları Sözleşmesi ve diğer insan hakları yükümlülüklerini ihlal ediyor. Geçen yıl, Uhthoff sendromu olan bir birey, etkili iklim koruma önlemleri almamanın insan haklarını ihlal ettiğini söyleyerek Avusturya hükümetine karşı dava açmıştı. İklim değişikliğini yerkürenin kaderi olarak görmüyoruz; bu, insan türünün kâr hırsı, eril rekabetçiliği ve kendini biricik zannetmesinin sebep olduğu bir kriz. Bir örnek daha vereyim: 2018 yazında Kanada’da sıcak hava dalgası sonucu 61 kişi hayatını kaybetmişti. Ölenlerin dörtte biri şizofreni hastasıydı. Şizofreni hastaları antipsikotik ilaçlar kullanır, bu ilaçlar sıcak havaya karşı direnci düşürüp sıcak çarpmasına ve vücudun su kaybına sebep olur.
Çocuklar demişken… Engelli çocuklar da iklim krizinden doğrudan veya dolaylı olarak etkileniyor değil mi?
Ne yazık ki evet. Basitçe akıl yürütelim: İklim krizi gıda güvensizliği ve kıtlık anlamına da gelir. Buna bağlı olarak yetersiz beslenme A vitamini eksikliğinin neden olduğu bir hastalık olan xseroftalmid’e sebep olabilir. Beş yaşın altındaki çocuklarda körlük riskini artıran bir faktördür. Dünya Sağlık Örgütü’ne göre dünya engelli nüfusunun yüzde 28’i görme engelli ve bunun neredeyse yarısı önlenebilir nitelikte.
Yeni bir Dünya Bankası raporuna göre, iklim değişikliğinin etkisiyle önümüzdeki 30 yıl içinde en az 216 milyon insan evini terk etmek zorunda kalacak ve bu zorunlu göç, en kırılgan grup olan çocukları yetişkinlerden daha fazla riske sokacak. Kuraklık iklim mültecilerinin sayısını artırıyor. Göçü hızlandırıyor. Birleşmiş Milletler Çocuklara Yardım Fonu (UNICEF), dünyadaki 2,2 milyar çocuğun yarısının iklim değişikliğinin etkilerinden dolayı “son derece yüksek risk” altında olduğunu söylüyor. Otizmli çocukları düşünelim; havanın kötüleşmesi otizmli çocukların davranışlarında değişikliğe neden olabiliyor. Araştırmacılar, artan otistik davranışla genellikle yağmurla sonuçlanan düşük basınçlı sistemler arasında bir ilişki olduğunu uzun zamandır dile getiriyor. Kötü hava koşullarında dışarı çıkamayan çocuklar kendilerini sıkışmış hissediyor çünkü bir rutinleri var. Eve baskılandıklarında yıkıcı davranışlar sergileyebiliyorlar. Doğa felaketleri gibi olağanüstü koşullarda engelli çocukların özgün ihtiyaçları fark edilmeyebiliyor. İklim krizi gerçeğinde büyümek, gençlerin de ruh sağlığına zarar veriyor. Dağarcığımızda artık “eko-anksiyete” (ya da eko-kaygı) diye bir kavram var; iklim değişikliğinin etkilerinden duyulan korku. Amerikan Psikoloji Derneği, 2017 yılında eko-kaygıyı “kronik bir çevresel kıyamet korkusu” olarak tanımlayan ilk kurum olmuştu.
İklimin etkileriyle mücadele nasıl olmalı sizce?
Engellilik göstergeleri ve ayrıştırılmış veri, engelli-içermeci politikaların geliştirilmesi bakımından çok önemli. İklim değişikliğinin yıkıcı etkileri ve baş etme yolları hakkında bilgilenme kaynaklarının tüm engel grupları için erişilebilir olması lazım. İlk yardım hizmetlerinin ve doğa felaketlerinde destek mekanizmalarının kapsayıcılığı kadar, hizmet sunanların engellilik ve nadir hastalıklar konusunda bilgili olması da hayat kurtaran bir adım. Bunun için de hükümet ve bağlı kurumların sivil toplum örgütleriyle sıklıkla iletişim ve işbirliği içinde olması gerekiyor. İklim krizi politik bir konu, ama siyasi bir mesele değil, bu ikisini ayırmak gerekiyor. Politik çünkü çeşitli hak öznelerini farklı biçimlerde etkiliyor ve koruyucu, destekleyici hizmetler geliştirilirken hak gruplarının öncelikleri dikkate alınmak zorunda. Diğer yandan, siyasi partilerin ayrım yapmadan tüm canlılar için düşünmeleri gereken bir iklim gündemi var. Planlama yapmak, önlem almak, bütçe ayırmak zorundalar. İklim krizi küresel bir meseledir ve bir engelli hakları sorunudur. İklim adaleti için çalışmak, engellilerin de tüm diğer kırılgan gruplar gibi özgün ihtiyaçlarını görmek ve görünür hale getirmekle olur. Eğer sel felaketi sırasında, tekerlekli sandalye kullananların şişme bota nasıl binebileceğini, deprem sonrası arama kurtarma çalışmalarında işitme engelli birine nasıl ulaşılabileceğini, aşırı yağışlarda elektrik kesintisinin yoğun tıbbi bakıma ihtiyacı olan birinin yaşamına mal olabileceğini ya da afet eğitimlerinden körlerin nasıl yararlanacağını hesaba katmıyorsanız kapsayıcı bir politikanız yok demektir. 2030 Sürdürülebilir Kalkınma Gündeminin üçüncü hedefi sağlıklı bir yaşam sağlamayı ve her yaştan insanın refahını artırmayı amaçlar. İklimle mücadele araçlarının da herkes için erişilebilir olması gerekir. Şunun da altını çizmeliyim: Yerkürede sadece insan türü yaşamıyor, bu gezegeni hayvanlarla, bitki örtüsüyle, okyanuslarla paylaşıyoruz. Biyoçeşitlilik de iklim krizinden etkileniyor. Ve insan faktörü bu etkiyi en üst düzeye çıkarıyor, sadece eylemiyle değil, söylemiyle de. Orman yangınlarından söz eden haberlerin dilinin değişmesi de gerekiyor, “can kaybı yok” denemez mesela, çünkü doğa yangınlarında hayvanlar, böcekler ve ağaçlar da ölüyor.